İnsanların büyük bir bölümü kıyamet günü hakkında bilgi sahibidir. Hemen hemen herkes kıyamet saatinin dehşetinden az veya çok haberdardır. Buna rağmen, insanların böylesine hayati bir konuda gösterdikleri ortak bir tepki vardır; kıyamet üzerine düşünmek veya konuşmak istemezler. Kıyamet saati geldiğinde yaşanacak korkuyu akıllarına getirmemek için yoğun bir çaba sarf ederler. Gazetede okudukları bir afet haberinin veya bir felaketi gösteren bir filmin kendilerine kıyameti hatırlatmasına dahi tahammül edemezler. Bu günün mutlaka karşılaşılacak olan büyük bir gerçek olduğunu düşünmekten kaçınırlar. Bu konudan bahseden kişileri dinlemek, bu büyük günü anlatan yazıları okumak istemezler. Bunlar, kıyamet düşüncesinin neden olduğu korkudan kaçmak amacıyla geliştirdikleri yöntemlerden bazılarıdır.
Çoğu insan da kıyamet saatinin gerçekleşeceğine ciddi anlamda ihtimal vermez. Bunun bir örneğini Kehf Suresi'nde anlatılan zengin bağ sahibinin ifadelerinde de görmekteyiz:
Kıyamet-saatinin kopacağını da sanmıyorum. Buna rağmen Rabbime döndürülecek olursam, şüphesiz bundan daha hayırlı bir sonuç bulacağım. (Kehf Suresi, 36)
Bu ifadelerde Allah'a inandığını söyleyen, fakat kıyamet gerçeğini düşünmeyen, üstelik ayetlere zıt iddialar ileri sürenlerin gerçek zihniyetleri gözler önüne serilmektedir.
Başka bir ayette de kıyamet saati ile ilgili olarak kuşkuya kapılan, şüpheye düşen inkarcılardan Allah şöyle söz eder:
"Gerçekten Allah'ın vaadi haktır, kıyamet-saatinde hiçbir kuşku yoktur." denildiği zaman siz: "kıyamet-saati de neymiş, biz bilmiyoruz; biz yalnızca bir zanda (ve tahmin) bulunup zannediyoruz; biz kesin bir bilgiyle inanmakta olanlar değiliz." demiştiniz. (Casiye Suresi, 32)
Bir kısım insanlar da kıyamet saatini bütünüyle inkar ederler. Böyle bir tavır gösterenleri ise Allah Kuran'da şöyle bildirmiştir:
Hayır, onlar kıyamet-saatini yalanladılar; Biz kıyamet-saatini yalan sayanlara çılgınca yanan bir ateş hazırladık. (Furkan Suresi, 11)
Gerçeği öğrenmek amacıyla, bizlere yol gösterecek tek kaynak olan Kuran'a baktığımızda apaçık bir gerçekle karşılaşırız. Kıyamet hakkında kendini kandıran insanlar büyük bir hata yapmaktadırlar. Çünkü Allah ayetlerinde, kıyamet saatinin yakın olduğunu ve bu konuda hiçbir şüpheye yer olmadığını haber vermektedir:
Gerçek şu ki kıyamet-saati yaklaşarak gelmektedir, onda şüphe yoktur... (Hac Suresi, 7)
Biz gökleri, yeri ve her ikisinin arasındakileri hakkın dışında (herhangi bir amaçla) yaratmadık. Hiç şüphesiz o kıyamet-saati de yaklaşarak-gelmektedir... (Hicr Suresi, 85)
Şüphesiz kıyamet-saati yaklaşarak gelmektedir, bunda hiçbir kuşku yok... (Mümin Suresi, 59)
Kuran'ın kıyamet ile ilgili mesajının üzerinden 1400 sene kadar uzun süre geçtiğini, bu sürenin de bir insanın hayatına kıyasla uzun olduğunu düşünenler olabilir. Ancak burada söz konusu olan, Dünya'nın, Güneş'in, yıldızların, kısacası tüm kainatın sonudur. Evrenin milyarlarca senelik geçmişi göz önüne alındığında, on dört yüzyıllık bir zaman diliminin çok kısa olduğu kesindir.
Yakın tarihimizin büyük İslam alimi Bediüzzaman Said Nursi de benzer bir soruya hikmetli bir teşbih ile şöyle cevap vermiştir:
Kuran, "kıyamet yakındır" ferman ediyor. Bu kadar sene geçtikten sonra gelmemesi, yakınlığına zarar vermez. Zira kıyamet dünyanın ecelidir. Dünyanın ömrüne nispeten bin veya iki bin sene, bir seneye nispetle bir iki gün veya bir iki dakika gibidir. Kıyamet saati yalnız insaniyetin eceli değil ki onun ömrüne nispet edilip uzak görülsün 1
Kuran Ahlakının Tüm Dünyaya Anlatılması
Kuran ayetlerinde, "Allah'ın sünneti" şeklinde bir ifade ile karşılaşırız. Bu ifade Kuran'da "Allah'ın kanunları" anlamında kullanılmaktadır. Ayetlerde, bu kanunların daima geçerliliğini koruduğu haber verilmiştir. Bu konudaki bir ayette Allah şöyle buyurur:
(Bu,) Daha önceden gelip-geçenler hakkında (uygulanan) Allah'ın sünnetidir. Allah'ın sünnetinde kesin olarak bir değişiklik bulamazsın. (Ahzab Suresi, 62)
İşte değişmeyen bu İlahi kurallardan birisi toplumların helak edilmeden önce peygamberler kanalıyla, kutsal bir kitap gönderilerek uyarılmasıdır. Bu gerçeği bildiren bir ayet şöyledir:
Biz, kendisi için bilinen (takdir edilmiş) bir Kitap olmaksızın hiçbir ülkeyi yıkıma uğratmadık. (Hicr Suresi, 4)
Tarih boyunca Allah, yıkıma uğrayan her topluma önce, onları doğru yola davet eden bir kitap indirmiştir. Buna rağmen isyan ve azgınlığa devam edenler, kendileri için belirlenmiş süreleri dolduğunda helak edilmiş, gelecek nesiller için ibret konusu olmuşlardır. Allah'ın bu kanununu düşündüğümüzde bazı önemli sırlar ortaya çıkmaktadır.
Kıyamet, dünya üzerindeki tüm toplumların başına gelecek son felakettir. Kuran insanların öğüt alıp düşünmesi için indirilen İlahi kitapların sonuncusudur ve kıyamete kadar tek yol gösterici olarak kalacaktır. Ayetlerdeki ifadeyle; "...O (Kuran) alemlere bir öğüt ve hatırlatmadan başkası değildir." (Enam Suresi, 90) Kuran'ın sadece belirli bir zamana ve mekana hitap ettiğini zanneden insanlar ise derin bir gaflet içindedir, çünkü Kuran, tüm "alemler" için ortak bir çağrıdır.
Peygamberimiz (sav) döneminden beri Kuran hakikatleri tüm dünyaya tebliğ edilmektedir. Özellikle içinde yaşadığımız çağ tarihte benzeri görülmedik teknolojik gelişmeler sayesinde, Kuran'ın emirlerinin tüm insanlığa duyurulabildiği bir dönemdir. Bugün bilim, eğitim, ulaşım ve iletişim alanlarındaki gelişmeler en uç noktaya varmak üzeredir. Özellikle bilgisayar ve internet teknolojileri sayesinde dünyanın dört bir yanındaki insanlar saniyeler içinde birbirleriyle konuşabilmekte, bilgilerini paylaşabilmekte ve iletişim kurabilmektedir. Bilim ve teknoloji devrimi tüm dünya ülkelerini birleştirmekte; "küreselleşme", "dünya vatandaşlığı" gibi ifadeleri söz dağarcığımıza kazandırmaktadır. Kısacası tüm dünyadaki insanları birbirinden ayıran bütün engeller hızla ortadan kalkmaktadır.
Bu gerçekler ışığında rahatlıkla şunu söylemek mümkündür: Yaşadığımız "Bilgi Çağı"nda Allah, her türlü teknolojik gelişmeyi hizmetimize vermiştir. Müslümanların üzerine düşen sorumluluk da, Allah'ın sunduğu bu imkanları en güzel ve faydalı şekilde kullanmak, dünyanın ayak basılan her noktasında insanları Kuran ahlakına davet etmektir.
Elçiler
Allah'ın kainatın yaratılışından günümüze kadar var olan değişmeyen kanunlarından önceki bölümde bahsetmiştik. Bu İlahi kanunlardan birisi de elçi gönderilmeyen topluma Allah katından bir azap gelmemesidir. Allah bu vaadini aşağıdaki ayetlerde şöyle haber vermektedir:
Senin Rabbin, 'ana yerleşim merkezlerine' onlara ayetlerimizi okuyan bir elçi göndermedikçe şehirleri yıkıma uğratıcı değildir. Ve Biz, halkı zulmeden şehirlerden başkasını da yıkıma uğratıcı değiliz. (Kasas Suresi, 59)
...Biz bir elçi gönderinceye kadar (hiçbir topluma) azap edecek değiliz. (İsra Suresi, 15)
Kendisi için bir uyarıcı olmaksızın, Biz hiçbir ülkeyi yıkıma uğratmış değiliz. (Onlara) Hatırlatma (yapılmıştır). Biz zulmedici değiliz. (Şuara Suresi, 208-209)
Ayetlerde bildirildiği gibi, Allah toplumların merkezi yerleşim birimlerine uyarıcı-korkutucu olarak elçilerini gönderir. Bu elçilerde insanlara Allah'ın emirlerini bildirirler. Ancak inkarcı toplumlar her dönemde kendilerini uyaran elçileri alayla karşılar, yalancılık, çıkarcılık, delilik gibi çeşitli iftiralarla onları suçlarlar. Ahlaksızlık ve azgınlıklarına devam eden bu toplumları Allah hiç beklemedikleri bir anda büyük bir felaket ile helak etmektedir. Nuh, Lut, Ad, Semud halklarının ve Kuran'da bahsi geçen diğer kavimlerin ibret verici yıkımları söz konusu helaka birer örnektir.
Allah bize Kuran'da elçilerini şu sebeplerle gönderdiğini belirtmiştir: Toplumu müjdelemek, insanlara sapkın inançlarını bırakıp Allah'ın dinini ve güzel ahlakı yaşamaları için önemli bir fırsat tanımak, elçilerin davetinden sonra insanların kıyamet günü ileri sürecek mazeret ve bahanelerinin kalmaması için onları uyarmak; İşte bu amaçları Allah bir ayette şöyle haber verir:
Elçiler, müjdeciler ve uyarıcılar olarak (gönderildi). Öyle ki, elçilerden sonra insanların Allah'a karşı (savunacak) delilleri olmasın... (Nisa Suresi, 165)
Ahzab Suresi'nin 40. ayetinde haber verildiği gibi, Peygamberimiz (sav) son peygamberdir. Hz. Muhammed (sav), "...Allah'ın Resulü (elçisi) ve peygamberlerin (nebilerin) sonuncusudur." (Ahzap Suresi, 40) Başka bir ifadeyle, Hz. Muhammed (sav) ile Allah'ın insanlığa gönderdiği vahiyler tamamlanmıştır. Buna karşın Peygamberimiz (sav)'in tebliğ ettiği Kuran'ın anlatılması ve hatırlatılması anlamındaki sorumluluk, kıyamete kadar tüm Müslümanlar için sürmektedir.
İslam Ahlakının Dünyaya Egemen Olması
Kuran'da sık sık vurgulanan hususlardan biri azgınlıkları ve isyanları nedeniyle Allah'ın helak ettiği kavimler ve bunlardan çıkarılması gereken ibretlerdir. Sözü edilen geçmiş toplumlar ile günümüz toplumları arasında büyük benzerlikler olduğu tartışma götürmez bir gerçektir. Hatta günümüzde, cinsel sapkınlıklarıyla tanınan Lut kavmi, dolandırıcı ve sahtekar Medyen halkı, alaycı ve kendini beğenmiş Nuh kavmi, isyankar ve azgın Semud halkı, nankör İrem halkı ve helak edilen diğer toplumların tutumlarını bile aşmış şekilde hayat sürdüren insanlar yaşamaktadır. Tüm bu ahlaki dejenerasyonun nedeni insanın Allah’ı ve yaratılış amacını unutmasıdır.
İçinde bulunduğumuz dönemdeki cinayet, sosyal adaletsizlik, dolandırıcılık ve hırsızlık vakaları, ahlaki yozlaşma gibi olumsuzluklar insanların bir kısmını umutsuzluğa düşürmektedir. Ancak unutulmamalıdır ki, Allah Kuran'da "rahmetinden umut kesilmemesini" emretmiştir. Ümitsizlik, yılgınlık müminlere özgü özellikler değildir. Allah, şirk koşmadan katıksız olarak Kendisine kulluk eden, O'nun rızasını kazanmaya yönelik hayırlı işler yapan müminleri "güç ve iktidar sahibi" yapacağını müjdelemektedir:
Allah içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara vaat etmiştir. Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl 'güç ve iktidar sahibi' kıldıysa, onları da yeryüzünde 'güç ve iktidar sahibi' kılacak; kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar yalnızca Bana ibadet ederler ve Bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkar ederse, işte onlar fasıktır. (Nur Suresi, 55)
Hak dini içtenlikle yaşayan salih kulların yeryüzüne mirasçı kılınmasının İlahi bir kanun olduğunu Allah şöyle bildirir:
Andolsun, Biz Zikir'den sonra Zebur'da da "Şüphesiz Arz'a salih kullarım varis olacaktır" diye yazdık. (Enbiya Suresi, 105)
"Ve onlardan sonra sizi o arza mutlaka yerleştireceğiz. İşte bu, makamımdan korkana ve tehdidimden korkana ait (bir ayrıcalıktır)." (İbrahim Suresi, 14)
Andolsun, sizden önceki nesilleri, resulleri kendilerine apaçık deliller getirdiği halde, zulmettikleri ve iman etmeyecek oldukları için yıkıma uğrattık. İşte Biz, suçlu-günahkar olan bir topluluğu böyle cezalandırırız. Sonra, nasıl yapıp-davranacaksınız diye gözlemek için, onların ardından sizi yeryüzünde halifeler kıldık. (Yunus Suresi, 13-14)
Musa kavmine: "Allah'tan yardım dileyin ve sabredin. Gerçek şu ki arz Allah'ındır; ona kullarından dilediğini mirasçı kılar. En güzel sonuç muttakiler içindir." dedi. Dediler ki: "Sen bize gelmeden önce de geldikten sonra da eziyete uğratıldık." (Musa) "Umulur ki Rabbiniz düşmanınızı helak edecek ve sizleri yeryüzünde halifeler (egemenler) kılacak, böylece nasıl davranacağınızı gözleyecek." dedi. (Araf Suresi, 128-129)
Allah yazmıştır: "Andolsun, Ben galip geleceğim ve elçilerim de." Gerçekten Allah, en büyük kuvvet sahibidir, güçlü ve üstün olandır. (Mücadele Suresi, 21)
Yukarıdaki ayetlerde verilen müjde ile birlikte Allah, müminlere çok önemli bir vaatte daha bulunmaktadır. İslam dini bütün dinlere üstün kılınmak için insanlığa gönderilmiştir. Allah Kuran'da şöyle buyurmaktadır:
Ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar. Oysa kafirler istemese de Allah, Kendi nurunu tamamlamaktan başkasını istemiyor. Müşrikler istemese de O dini (İslam'ı) bütün dinlere üstün kılmak için elçisini hidayetle ve hak dinle gönderen O'dur. (Tevbe Suresi, 32-33)
Onlar, Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Oysa Allah, Kendi nurunu tamamlayıcıdır; kafirler hoş görmese bile. Elçilerini hidayet ve hak din üzere gönderen O'dur. Öyle ki onu (hak din olan İslam'ı) bütün dinlere karşı üstün kılacaktır; müşrikler hoş görmese bile. (Saf Suresi, 8-9)
Hiç kuşkusuz Allah, vaadinin gerçekleşeceğinde şüphe olmayan ve vaadinden dönmeyendir. Sapkın felsefeleri, çarpık ideolojileri ve batıl din anlayışlarını ortadan kaldıracak, insanları karanlıklardan aydınlığa çıkaracak olan güzel ahlak İslam ahlakıdır. Yukarıdaki ayetlerde vurgulandığı gibi, inkarcıların ve müşriklerin bu büyük olayı engelleyebilmesi ise söz konusu değildir. (Bu konudaki kapsamlı çalışmamızı "Altınçağ" isimli kitabımızda bulabilirsiniz.)
İslam ahlakının tam anlamıyla yaşanacağı bu dönem sevginin, fedakarlığın, yardımlaşmanın, dürüstlüğün, sosyal adaletin, güven ve huzurun hakim olacağı bir zaman olacaktır. Cennet benzeri özellikleri nedeniyle Altınçağ olarak adlandırılan böyle bir dönem bugüne kadar yaşanmamıştır. Bu kutlu dönem kıyamet öncesinde yaşanacaktır; şu an Allah'ın takdir ettiği zamanı beklemektedir.
Hz. İsa'nın Yeryüzüne Dönüşü
Hz. İsa, Allah'ın seçkin kıldığı bir peygamberdir; dünya tarihinde hakkında en çok konuşulan elçilerden de birisidir. Allah'a şükürler olsun ki konuşulanlardan neyin doğru neyin yanlış olduğunu seçmemize yarayacak bir kaynak elimizde bulunmaktadır, o da Allah'ın koruması altında bulunan tek İlahi kitap olan Kuran'dır.
İsa Peygamber ile ilgili gerçek bilgilere ulaşmak için Kuran'a başvurduğumuzda şunları görürüz:
Hz. İsa Allah'ın elçisi ve kelimesidir. (Nisa Suresi, 171)
Allah kendisine "İsa Mesih" ismini vermiştir. (Al-i İmran Suresi, 45)
İnsanlığa bir ayet, bir işaret kılınmıştır. (Enbiya Suresi, 91)
Hz. İsa daha beşikteyken insanlarla konuşmuş (Al-i İmran Suresi, 46), birçok mucize göstermiştir. Bir başka mucizesi, yetişkinliğinde yeryüzüne geri dönmesi ve insanlarla konuşmasıdır. (Al-i İmran Suresi, 49; Maide Suresi, 110)
İsa Peygamber İncil'i tebliğ etmiştir. (Hadid Suresi, 27)
Onu tanrılaştıranlar doğru yoldan sapmış, küfre düşmüşlerdir. (Maide Suresi, 72)
İnkarcılar onu öldürmek için tuzak kurmuşlardır, ama Allah bu tuzağı bozmuştur. (Al-i İmran Suresi, 54)
Allah, inkarcıların Hz. İsa'yı öldürmelerine izin vermemiş, onu Kendi katına yükseltmiştir. Ve tekrar yeryüzüne döneceğini insanlara müjdelemiştir. Hz. İsa'nın yeryüzüne dönüşü ile ilgili olarak da Kuran'da şu haberler verilir:
İsa Peygamberi öldürmek için tuzak kuran inkarcıların onu kesinlikle öldüremediklerini Allah şöyle haber verir:
Ve : "Biz, Allah'ın Resulü Meryem oğlu Mesih İsa'yı gerçekten öldürdük" demeleri nedeniyle de (onlara böyle bir ceza verdik) Oysa onu öldürmediler ve onu asmadılar. Ama onlara (onun) benzeri gösterildi. Gerçekten onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, kesin bir şüphe içindedirler. Onların bir zanna uymaktan başka buna ilişkin hiçbir bilgileri yoktur. Onu kesin olarak öldürmediler. (Nisa Suresi, 157)
Hz. İsa'nın ölmediği, insanların yaşadığı boyuttan alınarak, Allah katına yükseltildiğini haber veren ayet şöyledir:
Hayır; Allah onu Kendine yükseltti. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Nisa Suresi, 158)
Al-i İmran Suresi'nin 55. ayetinde, Hz. İsa'ya uyanların kıyamete kadar inkara sapanların üstüne geçirileceği haber verilmektedir. Günümüzden 2000 yıl kadar önce Hz. İsa'ya tabi olan havarilerin hiçbir siyasi güce sahip olmadıkları tarihi bir gerçektir. Bu dönem ile günümüz arasında yaşayan ve kendilerini Hıristiyan olarak adlandıranların ise başta teslis (üçleme) olmak üzere pek çok sapkın inancı savundukları, dolayısıyla gerçek anlamda İsevi olarak tabir edilemeyecekleri de açıktır. Çünkü Kuran'ın birçok ayetinde teslise inananların inkara saptıkları ifade edilir. O halde kıyamet saati öncesindeki bir dönemde, inkarcılara üstün gelecek gerçek İseviler ortaya çıkacak Al-i İmran Suresi'ndeki İlahi vaat de böylece tecelli edecektir. Kuşkusuz müjdelenmiş bu topluluk, Hz. İsa'nın yeryüzüne dönüşüyle kendini gösterecektir.
Kuran'da verilen bir diğer bilgi de Hz. İsa'nın Allah'ın katına alınmasından önce tüm Ehli Kitap'ın kendisine iman edeceği şeklindedir:
Andolsun, Kitap Ehlinden, ölmeden önce ona (Hz. İsa'ya) inanmayacak kimse yoktur. Kıyamet günü, o (Hz. İsa) da onların aleyhine şahit olacaktır. (Nisa Suresi, 159)
Bu ayetten açıkça anlaşılmaktadır ki, Hz. İsa ile ilgili olarak henüz gerçekleşmemiş olan üç İlahi vaat vardır. İlk olarak, İsa Peygamberin her insan gibi yaşadıktan sonra öleceği bildirilmektedir. İkinci vaat, tüm Ehli Kitap'ın onu cismani olarak göreceği ve ona yaşarken itaat edeceğidir. Şüphesiz söz konusu bu iki haber de Hz. İsa'nın kıyamet öncesindeki gelişinde gerçekleşecek olaylardır. Ayetteki üçüncü haber olan Hz. İsa'nın Ehli Kitap hakkındaki şahitliği de kıyamet gününde gerçekleşecektir.
Kuran'da Hz. İsa'nın Allah katına alınmasını açıklayan bir diğer ayet ise Meryem Suresi'nde geçmektedir.
"Selam üzerimedir; doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak yeniden-kaldırılacağım gün de." (Meryem Suresi, 33)
Bu ayet Al-i İmran Suresi'nin 55. ayetiyle birlikte incelendiğinde çok önemli bir gerçeğe işaret etmektedir. Al-i İmran Suresi'ndeki ayette Hz. İsa'nın Allah katına yükseltildiği ifade edilmektedir. Bu ayette ölme ya da öldürülme ile ilgili bir bilgi verilmemektedir. Ancak Meryem Suresi'nin 33. ayetinde Hz. İsa'nın öleceği günden bahsedilmektedir. Bu ikinci ölüm ise ancak Hz. İsa'nın ikinci kez dünyaya gelişi ve bir süre yaşadıktan sonra, vefat etmesiyle mümkün olabilir. (En doğrusunu Allah bilir)
Hz. İsa'nın yeryüzüne dönüşüne işaret eden bir diğer ayet şöyledir:
Ona (Hz. İsa'ya) kitabı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğretecek. (Al-i İmran Suresi, 48)
Bu ayette geçen "kitap" kelimesinin neyi ifade ettiğini anlamak için konuyla ilgili diğer Kuran ayetlerine baktığımızda şunu görürüz: Tevrat ve İncil ile birlikte aynı ayette kullanılması halinde kitap, Kuran anlamını ifade etmektedir; Al-i İmran Suresi'nin 3. ayeti buna bir örnek olarak verilebilir. Bu durumda, 48. ayetteki Hz. İsa'nın öğreneceği bildirilen kitap da ancak Kuran olabilir. İsa Peygamberin bundan yaklaşık 2000 sene önceki yaşamında, Tevrat ve İncil üzerine bilgi sahibi olduğu bilinmektedir. Kuran'ı öğrenmesinin ise yeryüzüne yeniden gelişinde gerçekleşeceği açıktır.
Al-i İmran Suresi'nin 59. ayetindeki "şüphesiz, Allah katında İsa'nın durumu, Adem'in durumu gibidir" ifadesi de oldukça dikkat çekicidir. Bu ayette iki peygamber arasındaki bazı benzerliklere dikkat çekilmiş olabilir. Bilindiği gibi, hem Hz. Adem hem de Hz. İsa babasızdır. Ayrıca yukarıdaki ayette, Hz. Adem'in cennetten yeryüzüne indirilmesi Hz. İsa'nın Ahir Zaman'da Allah katından yeryüzüne indirilmesine de benzetilmiş olabilir.
Kuran'da Hz. İsa ile ilgili şöyle bir bilgi de verilmektedir:
Şüphesiz o (Hz. İsa) kıyamet-saati için bir ilimdir. Öyleyse ondan (kıyametten) yana hiçbir kuşkuya kapılmayın ve bana uyun. Dosdoğru yol budur. (Zuhruf Suresi, 61)
Hz. İsa'nın Kuran'ın indirilişinden altı yüzyıl önce yaşadığını biliyoruz. O halde yukarıdaki ayette bildirilen, onun ilk hayatının değil Ahir Zaman'daki dönüşünün kıyamet için bir bilgi kaynağı olacağıdır. Hz. İsa'nın ikinci gelişi hem Hıristiyan hem de İslam dünyasında sabırsızlıkla beklenmektedir. Bu kutlu misafirin yeryüzünü şereflendirmesiyle de çok önemli bir kıyamet alameti daha tecelli etmiş olacaktır.
Hz. İsa'nın tekrar dünyaya geleceği ile ilgili bir başka delil ise Maide Suresi 110. ayette ve Al-i İmran Suresi 46. ayette geçen "kehlen" kelimesidir. Ayetlerde Allah şu şekilde buyurur:
Allah şöyle diyecek: "Ey Meryemoğlu İsa, sana ve annene olan nimetimi hatırla. Ben seni Ruhu'l-Kudüs ile destekledim, beşikte iken de, yetişkin (kehlen) iken de insanlarla konuşuyordun…" (Maide Suresi, 110)
"Beşikte de, yetişkinliğinde (kehlen) de insanlarla konuşacaktır. Ve O salihlerdendir." (Al-i İmran Suresi, 46)
Bu kelime Kuran'da sadece yukarıdaki iki ayette ve sadece Hz. İsa için kullanılmaktadır. Hz. İsa'nın yetişkin halini ifade etmek için kullanılan "kehlen" kelimesinin anlamı "otuz ile elli yaşları arasında, gençlik devresini bitirip ihtiyarlığa ayak basan, yaşı kemale ermiş kimse" şeklindedir. Bu kelime İslam alimleri arasında ittifakla "35 yaş sonrası döneme işaret ediyor" şeklinde çevrilmektedir.
Hz. İsa'nın genç bir yaş olan otuz yaşının başlarında göğe yükseldiğini, yeryüzüne indikten sonra kırk yıl kalacağını ifade eden ve İbn Abbas'tan rivayet edilen hadise dayanan İslam alimleri, Hz. İsa'nın yaşlılık döneminin, tekrar dünyaya gelişinden sonra olacağını, dolayısıyla bu ayetin, Hz. İsa'nın nüzulüne (yeniden yeryüzüne gelişine) dair bir delil olduğunu söylemektedirler. (Faslu'l-Makal fi Ref'I İsa Hayyen ve Nüzulihi ve Katlihi'd-Deccal, s. 20)
Kuran ayetlerine bakıldığında bu ifadenin bir tek Hz. İsa için kullanıldığını görürüz. Tüm peygamberler insanlarla konuşup, onları dine davet etmişlerdir. Hepsi de yetişkin oldukları dönemde tebliğ görevini yerine getirmişlerdir. Ancak Kuran'da hiçbir peygamber için bu şekilde bir ifade kullanılmamıştır. Bu ifade sadece Hz. İsa için ve mucizevi bir durumu ifade etmek amacıyla kullanılmıştır. Çünkü ayetlerde birbiri ardından gelen "beşikte" ve "yetişkin iken" kelimeleri iki büyük mucizevi zamana dikkat çeker.
Hz. İsa'nın beşikteyken konuşması bir mucizedir. Bu görülmüş bir olay değildir ve ayetlerde bu mucizevi olay birçok kez anlatılmaktadır. Bu kelimenin hemen ardından gelen "yetişkin iken de insanlarla konuşması" şeklindeki ifadenin de bir mucize olduğu anlaşılmaktadır. Eğer "yetişkin iken" ifadesi, Hz. İsa'nın Allah katına alınmadan önceki hayatına işaret ediyor olsaydı, o zaman Hz. İsa'nın konuşuyor olması bir mucize olmayacaktı. Bir mucize olmadığı için de beşikteyken konuşmasının ardından ve bu mucizevi durumla eşdeğer bir anlamda kullanılmazdı. O zaman "beşikten yetişkin oluncaya kadar" şeklinde bir ifade kullanılırdı ki, bu da, Hz. İsa'nın beşikte konuşmaya başlamasından göğe yükseltilmesine kadar süren tebliğini anlatmış olurdu. Ancak ayette iki büyük mucizevi zamana dikkat çekilmektedir. Bunlardan birincisi beşikteyken konuşması, ikincisi ise yetişkin iken konuşmasıdır. Dolayısıyla mucizevi bir döneme işaret eden "yetişkin iken" ifadesi, Hz. İsa'nın mucizevi bir şekilde tekrar yeryüzüne döndükten sonraki dönemde, yetişkin iken insanlarla konuşmasıdır. (En doğrusunu Allah bilir)
Hz. İsa'nın yeryüzüne ikinci kez gelişi hakkındaki bilgiler Peygamber Efendimizin hadislerinde de mevcuttur. Peygamberimiz (sav)'in birçok hadisinde bu müjdenin yanı sıra Hz. İsa'nın dünyada yapacakları ile ilgili haberler de bulunmaktadır. Bu konu hadisler doğrultusunda, elinizdeki kitabın "Hz. İsa ve Sahte Peygamberler" bölümünde incelenmektedir. (Daha geniş bilgi edinmek isteyenler "Hz. İsa Gelecek, Hz. İsa Ölmedi, Mesih Müjdesi, Hz. İsa'nın Geliş Alametleri" isimli kitaplarımızdan faydalanabilir.)
Burada önemli bir konuyu daha hatırlatmakta yarar vardır: Hz. Muhammed (sav) Allah'ın insanlara gönderdiği son peygamberdir. Allah Peygamberimiz (sav)'e Kuran'ı vahyetmiş ve kıyamete kadar tüm insanları Kuran'a uymaktan sorumlu tutmuştur. Hz. İsa da Ahir Zaman'da bir mucize olarak dünyaya gelecek, ancak Peygamberimiz (sav)'in de bildirdiği gibi, yeni bir din getirmeyecektir. Peygamberimiz (sav) tarafından insanlığa öğretilen hak din Kuran'da bildirilen İslam dinidir ve Hz. İsa da yeryüzüne ikinci gelişinde Kuran'a tabi olacaktır.
Ay'ın Yarılması
Kuran'ın 54. Suresi'nin adı olan "Kamer"in Türkçe karşılığı "Ay"dır. Bu surenin büyük bir bölümünde, kendilerine gönderilen peygamberlerin "uyarılarını yalanlayan" Nuh, Ad, Semud ve Lut halkının, Firavun ve çevresinin başlarına gelen yıkımlar anlatılır. Aynı zamanda birinci ayette kıyamet vakti ile ilgili çok önemli bir mesaj verilir:
Saat (kıyamet saati) yakınlaştı ve Ay yarıldı. (Kamer Suresi, 1) Ayette kullanılan "yarmak" fiilinin Arapça karşılığı "şakka"dır. Bu kelimenin Arapçada farklı anlamları bulunmaktadır. Bazı Kuran tefsirlerinde "ikiye yarılmak" manası tercih edilmektedir. Bununla birlikte, "şakka" kelimesi Arapçada "toprağı sürme, toprağı kazma" anlamlarında kullanılmaktadır.
İkinci anlamına örnek olarak, Abese Suresi'nin 26. ayetinde geçen kullanımını verebiliriz:
Biz, şüphesiz, suyu akıttıkça akıttık. Sonra yeri yardıkça yardık. Böylece onda taneler bitirdik, üzümler, yoncalar, zeytinler, hurmalar. (Abese Suresi, 25-29)
Açıkça görüldüğü gibi, bu ayetteki "şakka" ifadesi "yerin ikiye yarılması" manasında değil, "çeşitli bitkilerin yetişmesi için toprağın sürülerek yarılması" anlamında kullanılmıştır.
İşte tam bu noktada, 1969 yılına geri döndüğümüzde Kuran'ın çok büyük bir mucizesiyle karşılaşmaktayız. Kamer Suresi'nde on dört yüzyıl öncesinden haber verilen ayet, 20 Temmuz 1969'da Ay yüzeyinde yapılan çalışmalar ile gerçekleşmiştir. Amerikalı astronotların Ay'a ayak basarak, Ay toprağı üzerinde bilimsel araştırmalar yapmaları, taş ve toprak örnekleri toplamaları ayın yarılması ayetindeki ifadelere tam olarak uymaktadır.
Astronotlar Ay yüzeyinde bulundukları süre boyunca bilimsel çalışma ve deneyler yapmışlar, 22 kilogram ağırlığında taş ve toprak örneği toplamışlardır. Bu numuneler daha sonra büyük bir ilgi odağı olmuştur. NASA'nın raporlarında halkın örneklere gösterdiği alakanın, muhtemelen 20. yüzyıldaki diğer uzay araştırmalarının topladığı ilginin üstünde olduğu belirtilmiştir.2
Ay'ın keşfi, "Bir insan için küçük bir adım, insanlık için büyük bir atılım" sloganıyla özdeşleşmiştir. Bu tarihi gezi uzay araştırmalarında bir dönüm noktasıdır; kameralar aracılığıyla belgelenmiş ve o tarihten bu yana yaşayan insanların seyrettikleri bir olay olmuştur. Kamer Suresi'nin ilk ayetinde Allah'ın bildirdiği gibi, bu büyük olay aynı zamanda bir kıyamet alametidir; dünyanın kıyamet öncesi son zaman diliminde olduğunun bir belirtisidir. (En doğrusunu Allah bilir.)
Sözü edilen alameti haber veren ayetlerin devamında çok önemli bir ihtar vardır. Bu ayetlerde, Allah katından gelen işaretlerin insanları gaflet ve hatalarından döndürecek büyük fırsatlar olduğu, bu uyarıları gördükleri halde yalanlayanların "ne tanınmış-ne görülmüş" bir gün olarak tanıtılan kıyamet günü diriltildiklerinde pişman olacakları hatırlatılmaktadır