SAHABE HAYATINDAN TABLOLAR
HZ. EBÛ BEKİR (r.a.)
Derleyen: Âkif ALAYUNT
Hz. Muhammed (s.a.s.)\'in İslâm\'ı tebliğe başlamasından sonra ilk iman
eden hür erkeklerin; râşit halifelerin, aşere-i mübeşşere’nin ilki. Câmiu\'l
Kur\'an, es-Sıddîk, el-Atîk lakaplarıyla bilinen büyük sahabi.Kur\'ân-ı Kerim\'de
hicret sırasında Rasûlullah\'la beraber olmasından dolayı, "...mağarada
bulunan iki kişiden biri..." (et-Tevbe, 9/40) şeklinde ondan
bahsedilmektedir.
Asıl adı Abdülkâbe olup, İslâm\'dan sonra Rasûlullah (s.a.s.)\'in ona
Abdullah adını verdiği kaydedilir. Azaptan azad edilmiş mânâsına
"atik"; dürüst, sadık, emin ve iffetli olduğundan dolayı da
"sıddîk" lâkabıyla anılmıştır. "Deve yavrusunun babası"
manasına gelen Ebû Bekir adıyla meşhur olmuştur.
Teymoğulları kabilesinden olan Ebû Bekir\'in nesebi Mürre b. Kâ\'b\'da
Rasûlullah\'la birleşir. Anasının adı Ümmü\'l-Hayr Selma, babasının ki Ebû Kuhafe
Osman\'dır. Künyesi Abdullah b. Osman b. Amir b. Amir... b. Murra
...et-Teymî\'dir. Bedir savaşına kadar müşrik kalan oğlu Abdurrahman dışında
bütün ailesi müslüman olmuştur. Babası Ebû Kuhafe, Ebû Bekir\'in halifeliğini ve
ölümünü görmüştür. Hz. Ebû Bekir\'in Rasûlullah (s.a.s.)\'den bir veya üç yaş
küçük olduğu zikredilmiştir. İslâm\'dan önce de saygın, dürüst, kişilikli,
putlara tapmayan ve evinde put bulundurmayan "hanif" bir tacir olan
Ebû Bekir, ölümüne kadar Hz. Peygamber\'den hiç ayrılmamıştır. Bütün servetini,
kazancını İslâm için harcamış, kendisi sade bir şekilde yaşamıştır.
Hz. Ebû Bekir, Fil yılından iki sene birkaç ay sonra 571\'de Mekke\'de
dünyaya gelmiş, güzel hasletlerle tanınmış ve iffetiyle şöhret bulmuştur. İçki
içmek câhiliye döneminde çok yaygın bir âdet olduğu halde o hiç içmemiştir. O
dönemde Mekke\'nin ileri gelenlerinden olup Arapların nesep ve ahbâr ilimlerinde
meşhur olmuştur. Kumaş ve elbise ticaretiyle meşgul olurdu; sermayesi kırk bin
dirhemdi ki, bunun büyük bir kısmını İslâm için harcamıştır. Rasûlullah\'a iman
eden Ebû Bekir (r.a.) İslâm dâvetçiliğine başlamış, Osman b. Affân, Zübeyr b.
Avvâm, Abdurrahman b. Avf, Sa\'d b. Ebî Vakkas ve Talha b. Ubeydullah gibi
İslâm\'ın yücelmesinde büyük emekleri olan ilk müslümanların bir çoğu İslâm\'ı
onun dâvetiyle kabul etmişlerdir. Hz. Ebû Bekir hayatı boyunca Rasûlullah\'ın
yanından ayrılmamış, çocukluğundan itibaren aralarında büyük bir dostluk
kurulmuştur. Rasûlullah birçok hususlarda onun görüşünü tercih ederdi. Umûmî ve
husûsî olan önemli işlerde ashâbıyla müşavere eden Peygamber (s.a.s.) bazı
hususlarda özellikle Ebû Bekir\'e danışırdı. (İbn Haldun, Mukaddime, 206).
Hz. Ebû Bekir, Hira dağından dönen Hz. Muhammed ile karşılaştığında,
Rasûlullah (s.a.s.) ona, "Allah\'ın elçisi" olduğunu söyleyip
"Yaratan Rabbinin adıyla oku" (el-Alâk, 96/1) diye başlayan âyetleri
bildirdiği zaman hemen ona: "Allah\'ın birliğine ve senin O\'nun rasûlü
olduğuna iman ettim" demiştir. Hz. Hatice\'den sonra Rasûlullah\'a ilk iman
eden odur. Hz. Peygamber (s.a.s.) İslâm\'ı tebliğinin ilk zamanlarında kiminle
konuştuysa en azından bir tereddüt görmüş, ancak Ebû Bekir şeksiz ve
tereddütsüz bir şekilde kabul etmiştir. Hatta Hz. Peygamber (s.a.s.),
"Bütün insanların imanı bir kefeye, Ebû Bekir\'in ki bir kefeye konsa, onun
imanı ağır basardı " diye lâtif bir benzetme de yapmıştır.
Mü\'min Ebû Bekir, hayatının sonuna kadar tüm varlığını İslâm\'a adamış,
bütün hayırlı işlerde en başta gelmiştir.Ebû Bekir Mekke döneminde güçlü
kabilelere mensup kişileri İslâm\'a kazandırmaya çalıştı, öte yandan müşriklerin
işkencelerine maruz kalan güçsüzleri, köleleri korudu; servetini eziyet edilen
köleleri satın alıp azad etmekte kullandı. Bilâl, Habbab, Lübeyne, Ebû Fukayhe,
Amir, Zinnire, Nahdiye, Ümmü Ubeys bunlardandır.
Kendisi de Mescid-i Haram\'da müşriklerin saldırısına uğramıştı. Ebû
Bekir, iman ettikten sonra İslâm\'ı tebliğe gizli gizli devam ediyordu. Annesi,
karısı Ümmü Ruman ve kızı Esma da iman etmiş, fakat oğulları Abdullah,
Abdurrahman ve babası Ebû Kuhafe henüz iman etmemişlerdi. Osman b. Affan, Sa\'d
b. Ebî Vakkas, Abdurrahman b. Avf, Zübeyr b. Avvâm, Talha b. Ubeydullah gibi
ilk müslümanları İslâm\'a dâvet eden odur.
Böylece onüç yıl Mekke\'de Rasûlullah\'ın yanında kalan Hz. Ebû Bekir, Hz.
Aişe\'nin rivâyetine göre, Rasûlullah hicret emrini alıp Ebû Bekir\'e gelerek ona
beraberce hicret edeceklerini söyleyince Ebû Bekir sevinçten ağlamaya
başlamıştı (İbn Hişâm, es-Sire, II, 485).
Hz. Peygamber\'in bir gecede Mekke\'den Kudüs\'e oradan Sidretü\'l Münteha\'ya
gittiği İsra ve Mirâc hâdisesini duyan müşrikler bunu Hz. Ebû Bekir\'e
yetiştirdikleri zaman; "O dediyse doğrudur." demiştir. Bu sözünden
sonra Ebu Bekir\'e; ihlâslı, asla yalan söylemeyen, özü doğru, itikadında şüphe
olmayan anlamında, "Sıddîk" lâkabı verildi. Kur\'an tâbiriyle,
"O, ne iyi arkadaştı " (en-Nisâ, 4/69) denilebilir.İşte o
"Sıddîk" ile o "Emîn", o iki arkadaş beraberce Sevr
dağındaki mağaraya hareket ederek hicret etmişlerdir.
Ebû Bekir mağarada kaldıkları günü şöyle anlatır: "Rasûlullah
(s.a.s.) ile beraber bir mağarada bulundum. Bir ara başımı kaldırıp baktım. O
anda Kureyş casuslarının ayaklarını gördüm. Bunun üzerine, \'Ya Rasûlullah,
bunlardan birkaçı gözünü aşağı eğse de baksa muhakkak bizi görür\' dedim. O,
\'Sus ya Ebû Bekir. İki yoldaş ki, Allah onların üçüncüsü ola, endişe edilir
mi?\' buyurdu.
Rasûlullah\'ın bizzat idare ettiği harplere gazve denir. Ebû Bekir, bu
sözü geçen büyük savaşlardan başka, otuzdan fazla gazveye katılmıştır. Çarpışma
olmaksızın Veddan, Buvat, Bedr-i Ûlâ, Uşeyre gazveleriyle de düşmanlar itaat
altına alınmıştır. Bütün bu gazvelerde Hz. Ebû Bekir, Rasûlullah\'ın en
yakınında yer almış olup onun "veziri" gibi idi.
Bedir\'de, oğlu Abdurrahman müşrikler safında yer aldığında Ebû Bekir
oğluyla çarpışmıştır. Sadece o değil, Bedir\'de birçok sahâbî, oğlu, kardeşi,
babası, dayısı ile çarpışmıştı. Bedir savaşı, müslümanların İslâm\'ı herşeyden
üstün tuttuklarını, Allah için en yakınları olan müşrikleri kan bağı veya
kabile taassubu içinde kalmadan, başka insanlardan ayırdetmeden öldürdüklerini
göstermektedir.
Rasûlullah\'ın bir amcası Hamza, İslâm ordusu safındayken öteki amcası
Abbas, düşman safındaydı. Yeğeni Ubeyde kendi yanındayken, öteki yeğenleri Ebû
Süfyan ve Nevfel müşriklerle beraberdi. Hattâ kızı Zeyneb\'in eşi Ebû\'l-As da
Rasûlullah\'a karşı müşriklerle birlikte savaşıyordu.
Hicretin 9. yılında Medine\'de büyük bir kıtlık oldu. Bu arada Bizans
İmparatoru, Şam\'da Hicaz bölgesini istilâ etmek üzere büyük bir ordu hazırladı.
Rasûlullah, bu orduya karşı İslâm ordusunu hazırlarken, kıtlık sebebiyle
zorluklarla karşılaştı. Ebû Bekir malının hepsini bu ordunun hazırlanmasında
kullandı. Onuncu yılda "Vedâ Haccı"nda bulunan Allah\'ın Rasûlü,
onbirinci yılda hastalandı.
Hicrî onbirinci yılda hastalanan Rasûlullah (s.a.s.) 13 Rebiyülevvel
Pazartesi günü (8 Haziran 632) vefât etti. Onun vefâtını duyan müslümanlar
büyük bir üzüntüye kapıldılar ve ilk anda ne yapmaları gerektiğine karar
veremediler. Ama o da bir ölümlüydü. Hz. Ömer, onun Hz. Musa gibi Rabbi ile
buluşmaya gittiğini, O\'nun için "öldü" diyen olursa ellerini
keseceğini söylüyordu. Ebû Bekir, Rasûlullah\'ın iyi olduğu bir sırada ondan
izin alarak kızının yanına gitmişti. Vefât haberini duyar duymaz hemen geldi,
Rasûlullah\'ı alnından öptü ve "Babam ve anam sana fedâ olsun ya
Rasûlullah. Ölümünde de yaşamındaki kadar güzelsin. Senin ölümünle peygamberlik
son bulmuştur. Şânın ve şerefin o kadar büyük ki, üzerinde ağlamaktan
münezzehsin. Yâ Muhammed, Rabbinin katında bizi unutma; hatırında olalım
..." dedi.
Sonra dışarı çıkıp Ömer\'i susturdu ve; "Ey insanlar, Allah birdir,
O\'ndan başka ilâh yoktur, Muhammed O\'nun kulu ve elçisidir. Allah apaçık
hakikattir. Muhammed\'e kulluk eden varsa, bilsin ki o ölmüştür. Allah\'a kulluk
edenlere gelince, şüphesiz Allah diri, bâkî ve ebedîdir. Size Allah\'ın şu
buyruğunu hatırlatırım: "Muhammed sadece bir elçidir. Ondan önce de
peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür veya öldürülürse siz ökçelerinizin
üzerinde geriye mi döneceksiniz? Kim ökçesi üzerinde geriye dönerse Allah\'a
hiçbir ziyan veremez. Allah şükredenleri mükâfatlandıracaktır" (Âl-i
İmrân, 3/144).Allah\'ın kitabı ve Rasûlullah\'ın sünnetine sarılan doğruyu bulur,
o ikisinin arasını ayıran sapıtır. Şeytan, peygamberimizin ölümü ile sizi aldatmasın,
dininizden saptırmasın. Şeytanın size ulaşmasına fırsat vermeyiniz" (İbn
Hişâm, es-Sire, IV, 335; Taberî, Târih, III, 197,198).
Hz. Ebû Bekir bu konuşmasıyla orada bulunanları teskin ettikten sonra
Rasûlullah\'ın teçhiziyle uğraşırken, Ensâr, Benû Sâide sakifesinde toplanarak
Hazrec\'in reisi olan Sa\'d b Ubâde\'yi Rasûlullah\'tan sonra halife tayini için
bir araya gelmişlerdir. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Ebû Ubeyde ve Muhacirlerden bir
grup hemen Benû Saîde\'ye gittiler. Orada Ensâr ile konuşulduktan ve hilâfet hakkında
çeşitli müzakereler yapıldıktan sonra Hz. Ebû Bekir, Ömer ile Ebû Ubeyde\'nin
ortasında durdu ve her ikisinin ellerinden tutarak ikisinden birine bey\'at
edilmesini istedi. O, kendisini halife olarak öne sürmedi. Hz. Ebû Bekir\'in
konuşmasından sonra Hz. Ömer atılarak hemen Ebû Bekir\'e bey\'at etti ve,
"Ey Ebû Bekir, müslümanlara sen Rasûlullah\'ın emriyle namaz kıldırdın. Sen
onun halifesisin ve biz sana bey\'at ediyoruz. Rasûlullah\'a hepimizden daha
sevgili olan sana bey\'at ediyoruz" dedi.
Hz. Ömer\'in bu âni davranışı ile orada bulunanların hepsi Ebû Bekir\'e
bey\'at ettiler. Bu özel bey\'attan sonra ertesi gün Mescid-i Nebî\'de Hz. Ebû
Bekir bütün halka hutbe okudu ve resmen ona bey\'at edildi. Rasûlullah\'ın defni
salı günü gerçekleşirken, onun nereye defnedileceği hakkında da bir ihtilâf
meydana geldiğinde Hz. Ebû Bekir yine ferasetini ortaya koydu ve "Her
peygamber öldüğü yere defnedilir" hadisini ashaba hatırlatarak bu ihtilâfı
giderdi. Rasûlullah\'ın cenaze namazı imamsız olarak gruplar halinde kılındı.
Bütün bunlar olurken, Hz. Ali\'nin Hz. Fatıma\'nın evinde Haşimoğulları ve
yandaşları ile toplandığı ve bey\'ata ilk zamanlar katılmadığı nakledilir. Hz.
Ali rivâyetlere göre, el-Bey\'atü\'l-Kübrâ\'ya bey\'at edildiği haberini alır
almaz, elbisesini yarım yamalak giydiği halde evden fırlamış ve gidip Hz. Ebû
Bekir\'e bey\'at etmiştir (Taberî, Târih, III, 207).
Meselâ Ebû Bekir yumuşak ve sâkin davranırken, Ömer sertlik yanlısıydı.
Ama her zaman birlikte hareket ettiler. Ebû Bekir\'in yönetiminde, Hz. Ali ve
Zübeyr b. Avvam Ridde savaşlarında kararların içinde, namazlarda Ebû Bekir\'in
arkasında yer almışlardır (İbn Kesir, el-Bidâye ve\'n Nihâye, V, 249).
Hz. Ebû Bekir "Rasûlullah\'ın Halifesi" seçildikten sonra
Mescid\'de yaptığı konuşmada, "Sizin en hayırlınız değilim, ama başınıza
geçtim; görevimi hakkıyle yaparsam bana yardım ediniz, yanılırsam doğru yolu
gösteriniz; ben Allah ve Rasûlü\'ne itaat ettiğim müddetçe siz de bana itaat
ediniz, ben isyan edersem itaatiniz gerekmez..." demiştir (İbn Hişâm,
es-Sire, IV, 340-341; Taberî, Târih, III, 203).
Mürtedlerle
Mücadele : Irak ve
Suriye Fütühatı, Hz. Ebû Bekir Rasûlullah\'ın halifesi olduktan sonra, onun
vefâtıyla Arabistan\'da Mekke ve Medine dışındaki bölgelerde görülen dinden
dönme hareketlerine, yalancı peygamberlere, "namaz kılarız, ama zekât
vermeyiz" diyenlere karşı savaş açtı. Esvedu\'l-Ansı, Müseylemetü\'l-Kezzâb,
Secah, Tuleyha gibi yalancı peygamberlerle yapılan savaşlarla bu zararlı
unsurlar yok edilmiş, isyan bastırılmış, zekât yeniden toplanmaya ve
Beytü\'l-Mal\'e konulup dağıtılmaya başlanmıştır. Rasûlullah\'ın hazırladığı,
ancak vefâtı sebebiyle bekleyen Üsâme ordusunu Ürdün\'e yollayan Ebû Bekir,
Bahreyn, Umman, Yemen, Mühre isyanlarını bastırmıştır. İçte isyancılarla
mücâdele edilirken, dışta da iki büyük imparatorluğun, İran ve Bizans\'ın
ordularıyla karşılaşılmıştır. Hîre, Ecnâdin ve Enbâr, savaşlarla İslâm diyarına
katılmış, Irak fethedilmiş, Suriye\'nin de önemli kentleri ele geçirilmiştir.
Yermük savaşı devam ederken Hz. Ebû Bekir (ra) vefât etmiştir.
Kur\'ân-ı
Kerîm\'in Toplanması "Mushaf\'\'ın Meydana gelmesi : Hz. Ebû Bekir, Ridde harplerinde, vahiy
kâtiplerinin ve kurrâ\'nın birçoğunun şehid olması üzerine, Hz. Ömer\'in
Kur\'ân\'ın toplanması fikrine önce sıcak bakmamışsa da sonra ona hak vererek,
Kur\'ân âyetlerinin toplanmasını sağlamıştır. Rasûlullah zamanında peyderpey
inen vahiy, kâtiplerce ceylan derilerine, beyaz taşlara, enli hurma dallarına
yazıldığı gibi, ashâbın çoğu da Kur\'ân hâfızı idi. Ancak, yazılı olan âyetler
dağınıktı, kurrâ da azalınca Kur\'ân\'ın muhafazası hususunda endişe edildi. Ebû
Bekir, Zeyd b. Sâbit\'in başkanlığında bir heyet teşkil ederek, herkesin
elindeki âyetleri getirmesini emretti. Ayrıca şâhitlerle âyetler doğrulanıyor,
kurrâ\' ile te\'kid ediliyordu. Böylece bütün âyetler toplandı ve "Mushaf"
meydana getirildi.Bu Mushaf Ebû Bekir\'den Ömer\'e, ondan da kızı Hafsa\'ya geçti
ve Hz. Osman zamanında çoğaltılarak Dârü\'l-İslam\'ın bütün vilâyetlerine
dağıtıldı.
Vefâtı
: Hilâfeti iki sene üç ay
gibi çok kısa bir müddet sürmesine rağmen Hz. Ebû Bekir zamanında İslâm devleti
büyük bir gelişme göstermiştir. Hz. Ebû Bekir Hicrî 13. yılda Cemâziyelâhir
ayının başında hicretten sonra Medine\'de yakalandığı hastalığının ortaya
çıkması üzerine yatağa düşünce yerine Ömer\'in namaz kıldırmasını istedi.
Ashâbla istişâre ederek Hz. Ömer\'i halifeliğe uygun gördüğünü söyledi. Hz.
Ömer\'in sert ve kaba oluşu gibi bazı itirazlara cevap verdi ve hilâfet
ahitnamesini Hz. Osman\'a yazdırdı. Ebû Bekir (r.a.) de, çok sevdiği Rasûlullah
gibi altmışüç yaşında vefât etti. Vasiyeti gereği Rasûlullah\'ın yanına -omuz
hizasında olarak- defnedildi. Böylece bu iki büyük insanın, iki büyük dostun,
kabirlerinde de birliktelikleri devam etti.
Kişiliği
ve Yönetimi : Tâcir olarak
geniş bir kültüre sahip olan Hz. Ebû Bekir, dürüstlüğü ve takvâsı ile ashâb
içinde ilk sırada yeralır. Karakteri; yumuşak huyluluk, çok düşünüp çok az
konuşmak, tevâzu ile belirgindi. Hz. Âişe\'nin rivâyetine göre, "gözü
yaşlı, gönlü hüzünlü, sesi zayıf" biri idi. Câhiliye döneminde müşrikler
ona güvenir, diyet ve borç-alacak işlerinde onu hakem tanırlardı. Rasûlullah\'ın
en sadık dostu olan Ebû Bekir\'in Mirâc olayında sergilediği sonsuz bağlılık
örneği ona "es-Sıddîk" lâkabını kazandırmıştır. O bu olayda "O
ne söylüyorsa doğrudur" demiştir.
Cömertlikte ondan üstünü de yoktur. Bütün malını mülkünü İslâm için
harcamış, vefât ederken vasiyetinde, halifeliği müddetince aldığı maaşların,
topraklarının satılarak iâde edilmesini istemiş ve geride bir deve, bir köleden
başka birşey bırakmamıştır. Dört eşinden altı çocuğu olan Ebû Bekir, kızı
Âişe\'yi Rasûlullah ile hicretten sonra evlendirmiştir (Tabakat-ı İbn Sa\'d, VI,
130 vd.; İbnu\'l-Esir, II, 115 vd).
Hicret sırasında mağarada iken ayağını bir yılan soktuğunda ve ayağı
acıdığında o sırada dizine yatıp uyumuş olan Peygamber\'i uyandırmamak için
sesini çıkarmaması, ağlarken Hz. Peygamber uyanıp ne olduğunu sorduğunda,
"Anam-babam sana fedâ olsun ya Rasûlullah" demesi olayı Ebû Bekir\'in
Rasûlullah\'a olan bağlılığının örneklerinden sadece biridir. Hz. Ebû Bekir\'in
beyaz yüzlü, zayıf, doğan burunlu, sakallarını kına ve çivit otuyla boyayan
sakin bir adam olduğu rivâyet edilir (İbnü\'l Esir, el-Kâmil fi\'t-Târih, II,
419-420).
Rasûlullah\'tan sonra bu ümmetin en hayırlısı Ebû Bekir\'dir. O, Hz.
Peygamber\'in veziri, fetvâlarda en yakını idi. Rasûlullah\'ın, "İnsanlardan
dost edinseydim, Ebû Bekir\'i edinirdim" (Buhâri, Salât, 80: Müslim,
Mesâcid, 38: İbn Mâce, Mukaddime, II) ve "Herkeste iyiliklerimin karşılığı
vardır, Ebû Bekir hariç" demesi ve son hutbesinde, "Allah,
kullarından birini dünya ile kendi katında olan şeyleri tercih hususunda
serbest bıraktı; kul, Allah katında olanı tercih etti\'\' diye Ebû Bekir\'i övmesi
ve mescide açılan tüm kapıları kapattırıp yalnız Hz. Ebû Bekir\'in kapısını açık
bırakması ona verdiği değeri göstermektedir.
Hz. Ebû Bekir\'in nasslara aykırı hiçbir görüşü bize ulaşmamıştır, çünkü
böyle bir reyi yoktur. Ebû Bekir nâsih sünneti çok iyi biliyor, Rasûlullah\'ı
herkesten çok tanıyordu. Bu yüzden hilâfetinde kendisine karşı içte muhâlif bir
hareket olmamış ve fitneler görülmemiştir (Buhâri, Fedâilü\'l-Ashâbı\'n-Nebî, 3
). İhtilâf veya ihtilâflarda çözümsüzlük, bid\'atler onun devrinde
yaşanmamıştır. "Üzülme, Allah bizimle beraberdir" buyuran
Rasûlullah\'ın haberi sanki lâfızda ve mânâda Hz. Ebû Bekir\'de zâhir olmuştur
(İbn Teymiye, Külliyat Tercümesi, İstanbul 1988, IV, 329).
Kaynaklarda onun, "Ben ancak Rasûlullah\'a tâbiyim, birtakım esaslar
koyucu değilim" diye kararlarında çok titiz davrandığı zikredilir (Taberî,
IV, 1845; İbn Sa\'d, III, 183). Bir meseleyi hallederken önce Kur\'ân\'a bakar,
bulamazsa Sünnet\'te araştırır, orda da bulamazsa ashâbla istişâre eder ve
ictihad ederdi. Ganimetin bölüşümü meselesinde Muhâcir-Ensâr eşitliği\'nin
ihtilâfa yol açmasında Ömer\'in Muhâcirlere daha çok pay verilmesini savunmasına
rağmen ganimeti eşit olarak bölüştürmüştür. O sebeple hilâfetinde huzursuzluk
çıkmadı.
Hutbe ve öğütlerinden bazıları şöyledir:"Rasûlullah vahy ile
korunuyordu. Benim ise beni yalnız bırakmayan bir şeytanım vardır... Hayır
işlerinde acele edin, çünkü arkanızdan acele gelen eceliniz var... Allah için
söylenmeyen bir sözde hayır yoktur... Herhangi bir yericinin yermesinden
korktuğu için hakkı söylemekten çekinen kimsede hayır yoktur... Amelin sırrı
sabırdır... Hiç kimseye imandan sonra sağlıktan daha üstün bir nimet verilmemiştir...
Hesaba çekilmeden kendinizi hesaba çekiniz .