Dr. B. ELBİR٭
XIII.
yüzyılda yasamış olan Mevlânâ Celâleddin Rûmi, fikirleri ve eserleriyle
Türklerin dinî yaşantısı üzerinde önemli etkileri olmuş, devrini aşan düşünce
ve yaklaşımlarındaki dikkat çekiciliğiyle de evrensel değer haline gelmiş bir
Türk-islam düşünürüdür. Düşünce sistemi, çeşitli anlayışların kendine özgü
sentezini gerçekleştirme dinamizmini gösterdiği için, yaşadığı devrin ötesine
geçebilme orijinalliğine sahiptir. Nitekim düşünceleri, eserleri ve mutasavvıf
kişiliği ile hem Doğu dünyasında hem de Batıda farklı din ve kültürlerden
gördüğü ilgi, onun seçkin konumunu pekiştirmiştir.
Konya’nın fikir ve kültür ortamı içerisinde babasının yolunda
yürüyen Mevlânâ Celâleddin kendini yetiştirir. Genç yaşında büyük bir âlim
olarak tanınan Mevlânâ Celâleddin,
Konya’nın en ünlü medreselerinde ders vermeye başlar. Bu döneme kadar
Mevlânâ bir medrese mensubu olarak tasavvufa yaklaşmıştır. Eskilerin tabiriyle
ifade edecek olursak ‘Bir hâl adamı değil kâl adamı’dır.
1244
yılında Konya’ya gelen Tebrizli Şemseddin Mehmed adında bir dervişle tanışması
Mevlânâ’yı derinden etkilemiştir. Şems-i Tebrîzî diye de adlandırılan bu
tasavvuf erbâbı Mevlânâ’nın bir gönül insanı olmasını sağlamıştır. Özgür
düşünceli bir mutasavvıf olan Şems’le yaptığı sohbetler sayesinde kitapların
dışındaki sırlara ulaşmanın zevkine varmıştır (Gölpınarlı, 1983: 122).
Mevlânâ’ya
Belh şehrinde dünyaya geldiği için kendisine “Belhî”, ikinci vatan olarak
Anadolu’yu seçmesi ve uzun müddet Konya’da kalması nedeniyle de “Rûmî”
denilmiştir. Selçuklular döneminde büyük âlimlere ve şeyhlere hitap için
kullanılan “Mevlânâ” ismi, Celâleddin Rûmî’ye ait bir ad olarak
kullanılmıştır.
Mevlânâ
Türk tasavvuf hayatının önemli ve etkili bir sûfisidir. Onun tasavvufi
görüşlerinin oluşmasında önemli rol oynayan üç temel şahsiyet ve bu şahısların mensubu olduğu üç düşünce sistemi vardır. Bunlar: Muhyiddin Arabi-Vahdet-i
vücud Mektebi, Necmeddin Kübra-Kübrevilik ile Melametilik, Kalenderilik- Sems-i Tebrizi’dir (Ocak, 1996:
91-93).
Mevlânâ’nın en önemli eseri Mesnevî’sidir. Mevlânâ, Mesnevî’sine Magz-i Kur’ân demektedir.
Kur’ân’ın içyüzü anlamına gelen bu ifadeyle Mevlânâ, eserinde Kur’ân-ı Kerîm’in gerçeklerini
ortaya koyduğunu ifade eder. Mevlânâ,
Mesnevîsi’nde şiir ve hikâye tarzında ele aldığı konularla Kur’ânî
hikmetleri ortaya koyar. Mevlânâ Kur’ân-ı Kerîm’de üç temel unsurun yer aldığını
ifade eder: Eşitlik, hürriyet ve adâlet.
Mesnevî’de bu üç temel kavramın üzerinde durarak açıklamaya çalışır.
Mevlânâ’nın
düşüncesinde yer alan hoşgörü unsurları Mesnevî’de de yer almıştır. Bütün insanların Hazret-i Âdem’in çocuğu
olduğunu ve Âdem’in de topraktan yaratıldığını,
bundan dolayı da herkesin görev ve sorumlulukları açısından eşit
olduğunu ifade eden Mevlânâ, insanların
soyuna, rengine, ırkına bakmadan eşit muâmeleye layık
olduklarına inanmıştır (Topçu, 1974: 22).
Bu konuda Mevlânâ’nın düşünceleri şu şekildedir:
“Aynı
dili konuşmak, dostluğa vesiledir,
Aynı
dili bilmeyince, nasıl arkadaş olunur?
Hintli
ve Türk, aynı dili bilip dost olan
çoktur;
Aynı
dili bilmeyen iki Türk sanki yabancı gibidir. ’’
Lisan
birliğine önem verdiği kadar, fikir
birliğine de işaret eden Mevlânâ, kültür
ve dil birliğini bütünleşmenin temeli olarak görür. Aynı dil ve kültüre sahip
olan insanların farklı söylemlere sahip olmaları önemli değildir. Önemli olan
bu farklı söylemlerin aynı şeyi ifade ettiğinin farkında olabilmektir (Tarlan,
1948: 31). Mevlânâ’nın bu konuyla ilgili verdiği misal dikkat çekicidir.
Mevlânâ’nın
bulunduğu toplantıları hiç kaçırmayan ve hayran hayran onu dinleyen bir Hıristiyan’a
sormuşlar:
—
Mevlânâ’yı çok seviyor ve onun sözlerini tasdik ediyorsun da niçin Müslüman
olmuyorsun?
Hıristiyan şöyle cevap vermiş:
— Kırk yıl İsa’ya, İncil’e inandım iman ettim. Şimdi dinimden
dönersem, İsa’yı incitmekten korkarım.
Bu sözler Mevlânâ’ya ulaştıktan sonra Mevlânâ, şöyle söyler:
“Bırakınız adamı, üstüne gitmeyin, inanmış ve iman etmiş
insandan korkmayınız. Asıl tehlike
dinsiz ve imansızdan gelir’’ diyerek bakış açısını ortaya koyar.
Celâleddin Rûmî’ nin davranışlarında hep hoşgörü ve sevginin
yansımalarını görmek mümkündür. Kadın – erkek, çocuk – yaşlı, zengin – fakir, iyi
– kötü, Müslüman – Hıristiyan, sultan – kul demeden bütün insanları Hak
nurundan bir parça bilmiştir.
“Karşındaki gördüğün suç, sendeki suçun cinsindendir. Önce o
huyu kendinden atmaya çalış. Sendeki çirkin huy onda görünmekte; o senin bir
aynan” der. Şunu da dikkate almak gerekir ki Mevlânâ, insandaki zaafı,
şartların meydana getirdiği kötülükleri bilir. Bu yüzden onda çok büyük bir
hoşgörü vardır.”
Mevlânâ’nın hayatı hep böyle ibret alınacak olay ve hikâyelerle
doludur desek abartı yapmış olmayız. Günümüz insanlarının Mevlânâ’dan alacağı
çok şeyler vardır. Bunlardan en önemlisi
hoşgörü ve bir arada yaşama kültürüdür.
KAYNAKÇA:
٭Celal Bayar Üniversitesi Demirci Eğitim Fakültesi Türkçe Öğretmenliği Bölümü
1-Abdülbaki Gölpınarlı:
Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik,
İstanbul, 1983.
2-Mevlânâ: Mesnevî (Veled Çelebi
İzbudak Tercümesi) İstanbul, 1972.
3-Ali Nihat Tarlan: Mevlânâ
Celâleddin Rûmî, İstanbul, 1948.
4-Ahmed Eflâkî: Arifler’in
Menkıbeleri, Ankara, 1959.
5-Nurettin Topçu: Mevlânâ ve
Tasavvuf, İstanbul, 1974.
6-Ahmet Yasar Ocak: Türk Sûfiliğine Bakışlar, İstanbul 1996.
7-İlhan Genç: "Mevlevî Edebiyatı Üzerine Bir
Değerlendirme", Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi VLL, 1993.