Oruç 1. Bölüm
Orucun Mahiyeti
1- Oruç, ikinci fecirden
başlayarak güneşin batışına kadar yemekten, içmekten ve cinsel ilişkiden nefsi
kesmek, demektir.
Oruç kelimesinin Arabçası, siyam ve savm\'dır ki, nefsi
tutmak ve engellemek manasındadır. "Siyam" sözü, Savm\'ın çoğulu olarak da
kullanılır. Din deyiminde "Müftırat" (oruç bozucu) denilen şeylerden nefsi
gerçekten veya hükmen yasaklamak bir imsak (oruç tutmak)\'tır. Yanılarak ve
unutarak bir şey yeyip içildiği takdirde hükmen imsak bulunmuş olacağından oruç
bozulmuş olmaz. Bu konu ileride açıklanacaktır.
2- İmsak sözünün karşıtı
İftar\'dır. Şöyle ki: Hiç oruç tutmamak bir iftar olduğu gibi, güneşin batışından
sonra orucu açmak da bir iftardır. Oruçlu iken orucu bozacak bir şeyin yapılması
da bir iftardır. İftar eden kimseye "Muftır" denildiği gibi, orucu bozan
şeylerden her birine de "Muftir" denilir. Bunun çoğulu "Muftırat"dır.
3-
Ramazan-ı Şerif ayına Şehr-i Sıyam (oruç ayı) denir. Ramazan bayramına da,
imsaka son verileceği için İd\'-i Fıtır (İftar bayramı) denilir. Bayram anlamına
gelen İd\'ın çoğulu, A\'yad\'dır.
4- Ramazan orucu, Peygamberin hicretinden bir
buçuk sene sonra Şaban ayının onuncu günü farz kılınmıştır. Bunun farziyeti
kitab, sünnet ve icma ile sabittir. "Oruç size farz kılındı." (Bakara sûresi,
âyet: 183) âyet-i kerîmesi bunu emretmektedir.
Bu çok mübarek ve pek feyizli
ibadete gereği üzere devam edenlere müjdeler olsun!..
Orucun Nevileri
5- Oruçlar: Farz, vacib,
nafile ve mekruh nevilerine ayrılır. Farz ve vacib oruçlar da belirli ve
belirsiz kısımlara ayrılır. Şöyle ki: Ramazan ayı orucu belirli bir farzdır.
Kazaya kalan ramazan ayına ait oruçlarla keffaret olarak tutulacak oruçlar da
belirsiz birer farzdır. Bunlar, istenilen mubah günlerde tutulabilir.
Belli
bir günde tutulması adanan bir oruç, belirli bir vacibdir. Herhangi bir gün,
herhangi bir ay veya herhangi bir hafta gibi, belirlenmeyip tutulması adanan bir
oruç da belirsiz bir vacibdir.
Adanan itikaf oruçları da birer belirli vacib
demektir ki, itikaf zamanlarına mahsustur. Bu ileride açıklanacaktır.
6-
Allah Teala\'nın rızası için tutulacak nafile oruçlar da başlı başına bir nevi
teşkil eder. Bunlar sünnet, müstahab, mendub diye isimlenirler. Aşura günü ile
beraber ondan bir gün önce veya bir gün sonra tutulan oruçlar ve Eyyam-ı Biyz
denilen her ayın on üçüncü, on dördüncü ve on beşinci günleri tutulan oruçlar
gibi. Bunlar müstahabdır.
"Haram Aylar" denilen Zilkade, Zilhicce, Muharrem
ve Receb aylarının perşembe, cuma ve cumartesi günlerinde ve Zilhiccenin
başından dokuz günde tutulacak oruçlar da müstahabdır.
7- Ramazan bayramının
birinci gününde, Kurban bayramının dört gününde tutulacak oruçlar tahrimen
mekruhtur. Çünkü bu günler, Yüce Allah\'ın kullarına olan birer ziyafet günüdür.
Bu ziyafetten kaçınmak uygun olmaz. Bununla beraber bu, günlerde tutulan oruçlar
yine oruçtur. Şu kadar var ki, bozulursa kazası gerekmez. Çünkü caiz görülmeyen
şey benimsenmiştir. Diğer bir görüşe göre, kazası gerekir.
8- Nevruz denilen
ilkbahar gününde ve "Mehrican" denilen son bahar gününde kasden tutulan oruçlar
tenzihen mekruhtur. Çünkü bu günlere hürmet edilmiş gibi olur. Oysa ki bunlara
hürmet haramdır. Eğer adet üzere tutulan bir oruç bu günlere rastlarsa, bunun
keraheti olmaz.
9- Yalnız cuma veya yalnız cumartesi günü ve özellikle
Muharremin "Aşure günü" denilen yalnız onuncu günü oruç tutmak da tenzihen
mekruhtur.
10- Geceleyin orucu bozmayıp iki gün birbirine bitişik olarak oruç
tutulması da mekruhtur. Buna "Savm-i Visal" denilir. Nafile oruçlarda iyi olan
oruç tutma şekli, birgün oruç tutmak ve birgün de tutmamakdır. Bu şekilde
tutulan oruca "Savm-i Davudi" denir. .
11- Hacılar için, güçsüzlük verecek
olduğu takdirde, "terviye" ve "arefe" günlerinde oruç tutmak mekruhtur. Çünkü
daha sonra yapacakları hac işlerini yerine getirmekten aciz kalabilirler.
12-
Şek günü denilen günde Ramazan ayına veya bir vacibe niyet edilerek tutulan oruç
da mekruhtur.
Şek günü, Şaban ayının otuzuncu günüdür. İsterse havada bir
engel bulunmasın. Çünkü o gün, başka bir beldede hilalin görünmüş olması
mümkündür. Bu, hilalin doğuşunun değişik yerlerde olabileceğine itibar
edilmemesine göredir. Hilalin doğuşunun değişik yerlerde olabileceğini kabul
edenlere göre, bir günün şek günü sayılabilmesi için hava bulutlu olmalıdır.
Yahut gecenin otuzuncu gece olduğuna dair bir alamet bulunmalıdır. Misal:
Hilalin görüldüğüne dair olan şehadet reddedilmiş olmalıdır.
13- Şek günü,
ramazan ayına veya bir vacib oruca niyet edilerek oruç tutulsa, bakılır: Eğer
ramazan olduğu anlaşılırsa, bu oruç ramazan orucundan sayılır. Ramazan olmadığı
anlaşılırsa, ramazan orucuna niyet edilmiş olduğu takdirde nafile bir oruç olur,
iftar edilirse, kazası gerekir. Fakat bir vacibe niyet edilmiş olduğu takdirde,
o vacib oruç sahih olur.
Eğer o günün Şaban\'dan mı, yoksa Ramazan\'dan mı
olduğu anlaşılmazsa, bir vacib için niyet edilmiş olan oruç, o vacib için sahih
olmaz. Çünkü o günün Ramazan\'dan olması ihtimali vardır.
14- Şek gününde
nafile oruca niyet edilse, sahih olan görüşe göre, bunda bir sakınca yoktur.
Ramazan olduğu anlaşılırsa, Ramazan orucu tutulmuş olur. Şaban olduğu bilinirse,
bu oruç bir nafile olur. Bu durumda iftar edilse kazası gerekir, çünkü bunun
tutulması benimsenmiştir.
15- Şek gününde: "Ramazan ise oruç tutmaya, değilse
iftar etmeye" şeklinde niyet etmiş olan bir kimse, oruç tutmuş olmaz. Çünkü
oruca niyet edilince kesinlik gerekir. Böyle tereddütle oruca niyet
olamaz.
16- Şek günü, insanlara yaymamak suretiyle oruç tutmak, ilim sahibi
kimseler için daha faziletlidir. Halk için tedbirli olmak daha faziletlidir.
Onlar ihtiyatlı davranarak zeval vaktine kadar, orucu bozan şeylerden
sakınırlar. Ramazan olmadığı anlaşılınca iftar ederler. Böylece ramazandan
olmayan bir günü ramazandan saymış olmazlar.
Bu hususta bilgi sahibi
sayılanlar, şek gününde oruca nasıl niyet edileceğini bilenler ve aynı zamanda o
günün ramazan olduğuna dair kesin kanaat sahibi olmayanlardır. Bu şekilde niyet
edilmesini bilmeyenlerde halk sınıfıdır. Bunlara,"havas" karşıtı olarak "avam"
denilir.
17- Şaban ayında tamamen oruç tutan veya son üç gününde oruçlu
bulunan kimse için de, şek günü oruç tutması daha faziletlidir.
18- Oruç
tutup bununla beraber bir ibadet inancı ile hiç bir şey konuşmamak suretiyle
"Sükut Orucu" tutmak mekruhtur. Fakat düşünmek için veya faydasız sözlerden
kaçınmak için susmakta kerahet yoktur.
19- Bir kadın için, kocasının izni
olmaksızın nafile oruç tutmak mekruhtur. Kocası bu orucu bozdurabilir. Kadın da
sonradan kocası izin verince veya kadın yalnız kalınca, o bozmuş olduğu orucu
kaza eder.
Bununla beraber bir erkek hasta olursa veya oruçlu bulunursa veya
hac ve umre için ihramda ise, zevcesini nafile oruçtan men edemez. Çünkü bu
durumlarda zevcesine yakınlık gösteremez.
20- Bir ücret karşılığında hizmet
gören kimse, hizmet ve çalışmasına noksanlık verecekse, işverenin rızası
olmadıkça nafile oruç tutamaz. Fakat böyle bir zarara sebebiyet vermeyince,
işverenin izin vermesine bakmaksızın nafile oruç tutabilir.
21- Üzerinde
Ramazan ayından kazaya kalmış oruç bulunan kimsenin, nafile oruç tutması mekruh
değildir.
22- Oruç tutulması yasaklanan bayram günlerinde iftar edilmeksizin
tam bir sene devamlı oruç tutulması mekruhtur. Buna, "Savm-i Dehr" denir. Bayram
günleri iftar edildiği takdirde, böyle bir oruçta sakınca yoktur. Ancak bu oruç,
oruç sahibini takatsiz düşürmemeli ve onu bir adet haline getirmemelidir.
İbadet, adet dışında sadece Allah\'ın rızası için yapılır.
23- Şevval ayında
ayrı ayrı günlerde, haftada iki gün olmak üzere altı gün oruç müstahabdır.
Bununla beraber arka arkaya altı gün oruç tutulmasında da, tercih edilen görüşe
göre, bir sakınca yoktur. Bazı alimlere göre böyle arka arkaya tutulmasında
kerahet vardır.
24- Şek gününde ihtiyaten oruç tutan kimse, unutarak bir şey
yedikten sonra, o günün Ramazan olduğu anlaşılmakla oruca niyet etse, bu yeterli
olmaz, o günü kaza etmesi gerekir. Ancak, o gün akşama kadar bir şey yeyip
içmemesi lazım gelir. Diğer bir görüşe göre, bu halde niyet ederek tutacağı
oruç, sahih olur. Çünkü niyetten önce olan unutma, niyetten sonraki unutma
gibidir.
Oruçların Farz ve Vacip Olmasındaki
Sebebler
25- Ramazan orucunun sebebi: Ramazan günlerinden herhangi
birinin oruca başlamaya elverişli bir kısmına yetişmektir. Bu kısım, ikinci
fecirden başlayarak "Dahvetü\'l-Kübra" denilen ve gündüzün yarısı bulunan kaba
kuşluk (İstiva= Güneşin tam tepeye gelmesi) zamanına kadar devam eder. İşte bu
zamana yetişen veya bu müddet içinde oruca ehliyet kazanan her müslüman için o
günün orucu farzdır.
Ramazan orucunun kazasına sebeb, yine evvelce ramazan
ayına yetişmiş olmaktan başka bir şey değildir.
26- Keffaret olarak tutulan
oruçların sebebleri, mahiyetlerine göre değişir. Şöyle ki: Ramazan ayına ait
keffaretin sebebi, bu orucu bir isyan eseri olarak kasden bozmaktır.
Zihar
kaffaretinin sebebi, helâl olan bir bedeni veya bir organı, haram olan bir
bedene veya organa benzetmek ve sonra da cinsel ilişki kurmayı
istemektir.
Yemin keffaretinin sebebi, yemin üzerinde durmayıp onu
bozmaktır.
Adam öldürme keffaretinin sebebi, suçu olmayan bir insanı hata
yolu ile ödürmektir. İleride bunlar açıklanacaktır.
27- Vacib oruçların
sebebi, bunların adamak suretiyle kabullenilmiş olmasıdır. Bunların kazasının
sebebi de, benimsenmiş olan bir ibadetin tamamlanması gereğidir.
28- Nafile
oruçların tutulmalarını zorunlu kılacak dinde bir sebeb yoktur. Bunlar, yalnız
sevab kazanmak için dileyenlerin tutucaklan oruçlardır. Ancak böyle bir oruç
tutulmaya başlandıktan sonra bozulacak olursa, onun kazası gerekir. Bu kazanın
sebebi de, böyle bir ibadete Hak rızası için başlanmış olmasıdır ki, bunu yarıda
bırakmak caiz olmayacağından kaza şeklinde tamamlanması vacib olur.
Orucun Meşru Olmasındaki Hikmet
29- Orucun
meşru kılınmasındaki hikmet, pek aşikârdır. Şüphe yok ki, Allahü Teâlâ
Hazretleri, kayıtsız ve şartsız her şeye hakimdir. Elbette O\'nun kullarına
emrettiği ve caiz gördüğü şeylerde birçok yararlar vardır. Biz bunları gereği
gibi bilmesek de, muhakkak hikmetleri vardır.
Bununla beraber orucun din ve
âhiret yararlarından başka, sağlık yönünden, sosyal ahlâk bakımından birçok
yararlarını pek, iyi takdir edebilmekteyiz. Bu konu üzerinde yazılmış bir hayli
yazı ve risale vardır.
Bir hadîs-i şerîf de buyurulmuştur: "Her şey için bir
zekât vardır. Bedenin zekâtı da oruçtur. Oruç sabrın yarısıdır."
İnsan oruç
sayesinde hayvanî duygularını azaltır, ruhunu artırır ve meleklik sıfatı ile
vasıflanmaya başlamış olur.
Oruç sayesinde cemiyetin içtimaî ve ahlâkî
hayatından başka bir fazilet ve aydınlık doğar.
Oruç tutan kimse, nefsini
birtakım şiddetli arzuların saldırısına karşı direnmeye alıştırır, nefsin
taşkınlıklarına karşı koymayı sağlar.
Oruç tutan kimse, bir zaman mahrumiyete
katlanır. Bu mahrumiyet, yiyecek ve içecek bulumayan herhangi bir yaratığın
içine düştüğü acizliğin benzeri değildir. Bu irade bile benimsenmiş, yüksek bir
hedefe yönelik bir mahrumiyettir, bir nefis mücadelesidir. İnsan bu mahrumiyet
sayesinde yoksulların ve mahrumların hallerini tecrübe ile anlamış olur. Böylece
kendisinde acıma, şefkat ve yardımlaşma duyguları artar, insaniyet için pek
faydalı hale gelir. Ayrıca kendisinin duyacağı manevî hazlar ise, her türlü
düşüncesinin üstündedir.
Mabud\'unun kutsal emrine bağlanarak, hak sahibi
olduğu nimetlerinden bir müddet mahrumiyete katlanan insan, artık başkalarının
nimetlerine göz diker mi? Başkalarının zararına çalışır mı?
İşte, bütün
insanlığın yararına hizmet eden kutsal bir ibadetin şer\'î yönden hikmeti
apaçıktır. Bunu anlayamamak için insanın düşünce ve duygudan büsbütün mahrum
olması gerekir.
Oruçlu için Müstahab Olan Şeyler
30- Oruç
tutacak kimsenin sahur yemeği yemesi müstahabdır. Bunun vakti, gecenin sonudur.
Alimlerden Ebu\'l-Leys\'e göre, gecenin son altıda biridir. Sahur yemeği, insana
oruç için kuvvet verir. Sahurun geciktirilmesi müstahab ise de, ikinci fecrin
doğup doğmadığından şübhe edilecek bir zamana kadar geciktirilmesi mekruhtur.
Sahur, seher vaktinde yenecek yemektir. Bu yemeği yemeğe "Sahur Yemek"
denir. Seher de, ikinci fecirden biraz öncesine kadar olan vakittir.
31-
İftarı acele yapmak, yani akşam namazından önce oruç açmak müstahabdır. Böylece
oruç hali, namazda kalbin huzuruna engel olmaz. Fakat hava bulutlu olunca, iftar
için acele edilmez, ezan okunmuş olsa bile... Minare gibi çok yüksekte bulunan
kimse, güneşin batışını görmedikçe iftar edemez. Aşağıda bulunanların güneşin
batması ile iftar etmeleri ona tesir etmez.
32- Akşamleyin iftar ederken
şöyle dua (*) yapılması sünnettir:
Şöyle de dua (**) edilir:
33- Orucu
hurma gibi tatlı bir şeyle açmak mendubdur.
34- Oruçlu kimsenin, yakınlarına
ve fakirlere fazlaca yardımda bulunması müstahabdır.
35- Oruçlunun mümkün
olduğu kadar gece ve gündüz Kur\'an okumak, zikir yapmak, Peygamberimize Salat ve
Selam getirmek ve ilimle uğraşmak suretiyle meşgul olması müstahabdır.
36-
Oruçlunun boş ve yararsız sözlerden dilini tutması da müstahabdır. Gıybetten,
söz taşımadan kaçınmak ise her zaman vacibdir. Ancak bu kaçınmanın gerekliliği
Ramazanda daha çok kuvvet kazanır.
37- Oruçlu için İtikaf da müstahabdır.
İleride anlatılacaktır.
38- Ramazan orucunu tutmaya engel olacak derecede
bedene takatsizlik verici işlerde bulunmak caiz değildir. Öğleye kadar çalışıp
sonra dinlenmelidir. Mümkün bazı işleri, ücret karşılığında başkasına
gördürmelidir.
Sonuç olarak denir ki, kesin bir zaruret bulunmadıkça, insanın
kendisini pek ağır işlerle yorarak oruç tutamaz hale getirmesi caiz
görülemez.
Orucun Şartları
39- Orucun farz oluşuna ve
yerine getirilmesinin (edasının) farz oluşu ile sıhhatına dair şartlar vardır.
Şöyle ki:
1) Oruçla mükellef olmak için İslâm, akıl ve büluğ şarttır. Onun
için bu vasıfları toplamayan bir kimseye oruç farz değildir. Ancak akıl sahibi
bulunan mümeyyiz bir İslâm çocuğunun tuttuğu oruç nafile olarak sahih
olur.
2) Orucun yerine getirilmesi (edası)nın farz olması için sıhhat ve
ikamet şarttır. Onun için hasta olana ve yolculuk halinde bulunanlara, bu
hallerinde oruç tutmak farz değildir. Bunlar oruçlarını tutamayınca, sonra o
tutamadıkları oruçları kaza ederler.
Bir orucun edası (yerine getirilmesi)nin
sahih olması için niyet etmek, hayız ve nifas hallerinden temizlenmiş olmak
şarttır. Bunun için niyet edilmeksizin tutulan bir oruç, müctehidlerin tümüne
göre din yönünden geçerli değildir. Hayız ve nifaz halinde oruç tutan bir
kadının da orucu sahih değildir. Bunların, ramazan orucunu sonradan kaza
etmeleri gerekir. Bu konu ileride açıklanacaktır.
Orucun Vakti
40- Orucun vakti ikinci
fecirden başlayarak güneşin batışına kadar devam eden müddettir. Bununla
beraber, ikinci fecrin ilk doğuşu anına mı, yoksa aydınlığının ufukta uzanıp
dağılmaya başladığı zamana mı itibar olunacaktır meselesinde ihtilâf yardır.
Bazı alimlere göre, ikinci fecrin ilk doğuşu anı esastır. İhtiyata en yakın olan
görüş de budur. Diğer bazı alimlere göre, aydınlığın biraz uzayıp dağılmaya
başladığı zamana itibar edilmelidir. Oruç tutacaklar hakkında daha elverişli
olan da budur.
Bunun için birinci görüşe göre ikinci (gerçek) fecrin ilk
doğuşundan itibaren, ikinci görüşe göre de bu fecrin doğuşundan sonra
aydınlığının dağılmaya başlaması anından itibaren oruca başlamak gerekir.
41-
Fecrin doğuşunda şüpheye düşen kimse için faziletli olan, yeyip içmeyi
bırakmaktır. Bununla beraber yeyip içse, orucu yine tamamdır. Ancak fecirden
sonra yeyip içtiği anlaşılırsa, o zaman kaza etmesi gerekir. Fecirden sonra
sahur yapıldığında zan kuvvetli olsa ve başka bir delil de bulunmasa, sağlam
olan rivayete göre, buna itibar olunmaz. Fakat bu halde tutulan orucun kaza
edilmesi ihtiyata uygundur.
42- Oruçlu kimse, güneşin batışından şübhe etse,
iftar etmesi helâl olmaz. İftar edip de gerçek durum anlaşılmazsa, üzerine kaza
gerekir. Keffaretin gereği hakkında ise iki rivayet vardır. Fakat batıştan önce
iftar etmiş olduğu anlaşılırsa, üzerine kazadan başka keffaret de lâzım
gelir.
Güneşin batmış olduğu hakkında kuvvetli bir zanna sahib olduğu halde
iftar eden kimse hakkında hüküm böyledir. Güneşin batışından önce iftar etmiş
olduğu anlaşılsın veya anlaşılmasın hüküm değişmez.
43- Araştırma yaparak hem
sahur, hem iftar yapmak caizdir. Şöyle ki: Oruç tutacak kimse, başka bir vasıta
bulamayınca, galip zannına göre sahur yemeği yer ve fecrin doğduğuna kanaat
getirince oruca başlar. Güneşin batışını da araştırarak yine galip zannına göre
orucunu açabilir. Bununla beraber fecrin doğuşunu iyice kestiremeyen için, bir
an önce oruca başlamak ve güneşin battığını kestirmeyen için de, hemen orucu
bozmamak ihtiyat gereğidir.
44- Davul, top sesi veya kandil yakılması ile
oruca başlamak veya iftar edebilmek için de, bunlann güvenilebilecek şekilde
muntazam olmasına ve her taraftan görülüp işitilir bir halde bulunmasına dikkat
etmek gerekir. Saatlerin muntazam bir şekilde işlemekte olduğu da tecrübe ile
bilinmekte olmalıdır.
Ramazan Hilâli İle Diğer Hilâllerin
Sübutu
45-Ramazan ayı, kamerî aylardandır. Bunlann sübutu hilâllerin,
yani yeni ayların görülmesi iledir. Bunun için Şaban ayının yirmi dokuzuncu günü
güneşin batışında insanların hilâli araştırmaları bir görevdir. Hilâli
görürlerse, ertesi günün Ramazan orucuna başlarlar. Hava bulutlu, dumanlı
bulunup da hilâl görülemezse, Şaban ayını otuz gün olarak tamamlar, sonra oruca
başlarlar.
Bununla beraber Şaban ayının hilâlini de, Receb ayının yirmi
dokuzunda araştırmak uygundur. Bu şekilde Şabanın kaç gün olduğu daha iyi
anlaşılmış olur.
46- Ramazan ayının yirmi dokuzuncu günü de, güneşin
batışından itibaren Şevval ayının hilâli araştırılır. Görülürse bayram yapılır,
görülmezse, Ramazan otuz gün tutulur.
47- Kamerî aylar, bazan otuz, bazan da
yirmi dokuz gün olur. Yay şeklinde görülen her yeni aya, üçücü gecesine kadar
"Hilâl" denildiği gibi, her ayın yirmi altıncı, yirmi yedinci gecelerine de
"Hilâl" denir. Diğer günlerdekine de, sadece Kamer denir.
48- Her kamerî ayın
başlangıcı, ya hilâl görmekle veya ondan önceki ayın günleri otuza tamamlanmakla
tesbit edilir.
Hilâl\'in çoğulu "Ehille"dir. Hilâl görüldüğü zaman; "Hilâl!
Hilâl!" diye işaret etmek mekruhtur, bir cahiliyet âdetidir.
Hilâl görülünce
üç kez tekbir ve tehlilden sonra üç kez şöyle demeli: Sonra da: şöyle dua
etmelidir. (*)
49- Hilâlin güneş batışı arkasından görülmesi geçerlidir.
Bunun için hilâl, zeval (öğle) vaktinden önce veya sonra görülse bununla o gün
ne oruca başlanır, ne de oruçtan çıkılır. Gerçekten bu hilâl gelecek geceye ait
bulunmuş olur. Bu, İmam Azam ile İmam Muhammed\'e göredir. İmam Ebû Yusuf\'a göre,
zevalden sonra görülen hilâl gelecek geceye ait ise de, zevalden önce görülen
bir hilâl evvelki geceye ait olur. Bunun için bu hilâl ile Ramazan veya bayram
gerçekleşmiş olur. Çünkü bir hilâl iki gecelik olmadıkça, âdete göre zevalden
önce görülemez.
(Üç İmama göre, gündüzün görülen hilâle itibar edilmez. Bu
hilâl mutlaka gelecek geceye aittir. Bu konuda müneccimlerin sözleri de geçerli
değildir. Herhalde hilâl geceleyin görülmelidir.)
50- Hava kapalı olunca,
Ramazan hilâlinin görüldüğüne müslim, âkil, baliğ ve âdil bir kimsenin şehadeti
yeterlidir. Bunun hilâl görmüş olduğunu söylemesine dayanarak oruca başlamak
gerekir. Bu kimsenin erkek veya kadın olmasında fark yoktur. Bu halde böyle bir
kimsenin şehadetine, yine böyle kimsenin şehadet etmesi de geçerlidir. Bu
hususta âdilden maksad, iyiliği kötülüğüne üstün gelen kimse demektir. Bu konuda
hali kapalı olan kimsenin şehadeti de, Sahih olan görüşe göre, kabul olunur. Bu
şehadet, bir haber demektir, bir din işini bildirmekten ibarettir. Bunda şehadet
sözü, dava, mahkeme, hakimin hükmü şart değildir. İhtiyat bunu kabul
etmektir.
51- Hilâli görenin bunu açıklaması, yani: "Ben beldenin şu yerinden
veya dışından baktım, hilâli, ufkun şu tarafında bulutun hemen kenarında veya
iki bulutun açık bulunan kısmında şu şekilde gördüm," diye açıklaması gerekir
mi, gerekmez mi? Bazı zatlara göre lâzımdır. Fakat sağlam rivayete göre lâzım
değildir, böyle açıklama yapılmaksızın da şehadet geçerli olur. Bu şehadeti
işitenler için oruca başlamak gerekir.
52- Ramazan hilâlini gören bir
müslüman için hemen o gece şehadette bulunmak lâzımdır. Hatta bu, evinde
beklemesi gereken bir kadın bile olsa, kocasının veya efendisinin izin vermesine
bakmaksızın çıkıp gördüğü hilâl hakkında şehadet eder; çünkü bu din bakımından
vacib olan bir görevdir.
53- Hilâli gören kimse, eğer hâkimi bulunan bir
şehirde ise hemen hâkimin huzuruna çıkar ve şahidlikte bulunur. Hâkim de durumu
ilân eder. Hâkim bulunmayan bir yerde ise, mescide gidip şahidlikte bulunur.
Şahid olan kimse âdil olarak biliniyorsa, onun sözüne dayanarak insanlar oruca
başlarlar.
(Şafıîlere göre, hâkimin hükmü ile bütün insanlara oruç tutmak
farz olur. İsterse bu hüküm, yalnız âdil bir şahidin görüşüne dayanmış bulunsun.
Hâkimin hükmü ihtilâfı ortadan kaldırır ve başka mezheb sahiblerine de oruç
tutmak gerekli olur.)
54- Hilâlin görülmesi, ayın girmesi doğrudan doğruya
değil, bir olaya bağlı olarak hüküm altına alınabilir. Meselâ: Bir kimse
mahkemede bir şahsı dava ederek: "Benim bu kimsede, Ramazanın ilk gününde ödemek
üzere şu kadar kuruş alacağım vardır, şimdi ise Ramazan hilâli görülmüştür.
Bunun için bu alacağımı bana vermesini istiyorum," dese, borçlu şahıs da: "Evet,
anlattığı şekilde borcum vardır, fakat henüz Ramazan ayı girmemiştir," diye
itiraz etmekle hakim, o davacının hilâli gördüklerine dair getireceği iki
şahidin şehadeti üzerine o borcun ödenmesine hüküm verse, Ramazan hilâlinin
gördüğüne de hüküm vermiş olur.
Hilâl isbat için bu şekilde dava açılması,
İmam Azam\'a göre uygundur. İki İmama göre, böyle bir davaya gerek yoktur.
55-
Yalnız başına hilâli gören kimsenin şahidliği kabul edilmese de, kendisinin oruç
tutması gerekir. Eğer o gün oruç tutmazsa, kaza eder. Bundan dolayı keffaret
gerekmez. Çünkü gördüğü şeyin hilâl değil, bir hayal olduğu düşünülebilir. Bir
kimsenin şahidliği hakim tarafından henüz red edilmeden iftar ettiği taktirde de
yine keffaret gerekmez. Çünkü reddedilmek şüphesi vardır. Keffaretler ise, şüphe
ile kalkar. Fakat şehadet kabul edildikten sonra iftar edecek olsa keffaret
gerekir. Çünkü bu durumda onun şahidliği hakimin kararı ile kuvvet
bulmuştur.
56- Hava kapalı olmayınca, Ramazan, Şevval ve Zilhicce hilâlleri
hususunda bir iki kimsenin değil, onlarla beraber kuvvetli bir zan meydana
gelecek başka çok kimselerin şehadetleri kabul edilir. Bunların sayısını
belirlemek idarecinin görüşene bağlıdır. Bir görüşe göre, bunların elli erkek
olması gerekir. Bu hususta şahidlerin belde haricinden olup olmaması, kuvvetli
rivayete göre, fark etmez. Bir görüşe göre de, bu durumda belde dışından gelen
iki adil şahidin şehadeti kabul olunur. Onların daha uygun ve elverişli bir
yerden hilâli görmüş olmaları düşünülebilir.
İmam Azam\'dan rivayete göre de,
bu durumda taşradan gelmiş veya gelmemiş olsun, iki adil şahidin şehadeti ile
yetinilir.
Deniliyor ki, zamanımızda herkes hilâli araştırma görevini yerine
getirmek için çalışmadığından, şimdi böyle iki şahidin şehadetine güvenmek
uygundur.
57- Hava kapalı olunca, Şevval ve Zilhicce hilâlleri hakkında adil
iki erkeğin veya bir erkek ile iki kadının şehadetleri kabul olunur. Bu hususta
adalet, hürriyet ve şahid sayısı şarttır. Şahidlerin tezkiyeleri de
yapılmalıdır. Şehadet sözünün ve dava etmenin şart olup olmamasından ihtilâf
vardır.
Hakim ve valisi bulunmayan bir yerde hava kapalı olduğu halde, iki
adil kimse Şevval hilâlini gördüklerini haber verecek olsalar, insanların iftar
etmesinde bir sakınca yoktur.
58- Kapalı bir havada Ramazan hilâlini yalnız
hakim görecek olsa, dilerse yerine birini vekil tayin ederek onun huzurunda
hilâli gördüğüne şehadet eder, dilerse doğrudan doğruya insanlara oruç
tutmalarını ilân eder. Fakat bayram (şevval) hilâlinde böyle bir kişilik şehadet
geçerli olmaz. Çünkü bununla bir ibadete son verilecektir. Bununla beraber bu
durumda insanların hukukuna şehadet manası da vardır; çünkü oruçtan
çıkacaklardır. İnsanların hukukunda ise, ikiden noksan şahidin şehadeti geçerli
değildir. Bunun için idare amiri veya hakim yalnız başına Şevval hilâlini
görecek olsalar, ne bayram namazı yerine çıkarlar ve ne de insanlara namaz
yerine çıkmalarını emrederler. Ne de gizli veya aşikâr oruçlarını açarlar. Çünkü
görülen hilâlin bir hayal olması ihtimali vardır.
59- Şevval ayının hilâli,
Ramazanın yirmi dokuzuncu günü, güneşin batışı arkasından araştırılır. Bu hilâli
yalnız başına gören kimse, ibadet hususunda ihtiyatı gözeterek iftar etmez. Eğer
iftar ederse, yalnız kaza gerekir. Şehadeti kabul edilmediği halde de iftar
etse, yine yalnız kaza lâzım gelir, keffaret gerekmez.
60- Bir kimsenin
şehadetine dayanarak Ramazan orucuna başlamış olanlar, otuzuncu günü Şevval
hilâlini görmeseler de, sahih olan görüşe göre, oruca son verirler. Hava kapalı
ve bulutlu olunca, ihtilafsız bayram yaparlar.
(Şafiîlere göre, Şevval için
de bir adil şahidin şehadeti yeterlidir, tercih edilen görüş onlarca budur.
Hakim bununla karar verince bayram yapılır.)
61- Hava kapalı olduğu halde,
iki kimsenin şehadetini hakim kabul ederek otuz gün oruç tutulduktan sonra
Şevval hilâli görülmese, bakılır:
Eğer hava yine kapalı ise, ertesi gün iftar
ederler. Bunda ittifak vardır. Fakat hava açık ise, bir görüşe göre iftar
etmezler. Ancak sahih olan diğer bir görüşe göre, bu durumda da iftar edip
bayram yaparlar.
62- Bir belde halkı yirmi dokuz gün oruç tuttuktan sonra iki
adil kimse; "Biz Ramazan hilâlini, sizin oruca başlamanızdan bir gün önce
görmüştük," diye şehadette bulunsalar, bakılır: Eğer bunlar, o belde halkından
iseler, uygun olan şahidliklerinin kabul edilmesidir; çünkü bunlar, Allah için
yapılacak olan bir şehadeti önceden terk etmişlerdir. Fakat uzak bir yerden
gelmiş iseler, şehadetleri caiz olur; çünkü bunlar, bu şahitliklerinde
kınanmazlar.
63- Ramazan ayından başka ayların sübutu için, hava kapalı ise,
en az iki adil erkeğin veya bir erkekle iki kadının şehadetleri gerekir. Hava
açık ise, büyük bir cemaatın şehadeti gerekir. Bu cemaat, kesinlik kazandıracak
derecede kalabalık ve sağlamsa şehadetlerinin kabulü için İslâm olmak şart
kılınmaz. Diğer bir görüşe göre, Ramazan, Şevval ve Zilhicce\'den başka diğer
dokuz ayın hilâlini isbat için, hava kapalı olsun veya olmasın, iki adil şahidin
şehadetleri yeterli olur. Çünkü bu ayların hilâllerini görmek için büyük bir
topluluk ilgilenmez.
64- Bir belde halkı hilâli görmeksizin yirmi sekiz gün
oruç tutup da, sonra Şevval hilâlini görecek olsalar, bakılır: Eğer Şaban
hilâlini görüp onu otuz gün saymışlarsa, yalnız bir gün kaza ederler. Ramazan
ayı yirmi dokuz gün bulunmuş olur. Fakat Şaban hilâlini görmeksizin onu otuz gün
saymışlarsa, iki gün kaza etmeleri gerekir; çünkü şaban ayının yirmi dokuz gün
olması ihtimali vardır.
Fakat bu belde halkı yirmi dokuz gün oruç tutup da
sonra Şevval hilâlini görseler, üzerlerine kaza gerekmez. Çünkü Ramazan ayı
yirmi dokuz gün olabilir.
65- Bir beldede Ramazan orucu, hilâlin görülmesi
ile yirmi dokuz gün tutulmuş olsa, o beldedeki hastalar da ileride bu Ramazan
orucunu yirmi dokuz gün olarak kaza ederler. Fakat böyle bir hasta, o belde
halkının nasıl hareket etmiş olduklarını bilmezlerse, borcun kesin bir şekilde
kurtulması için, tam otuz gün kaza orucu tutar.
66- Ayın ve güneşin doğmuş
oldukları yerler, beldelere ve arazi parçalarına göre değişik bulunur. Fakat
oruç hususunda kabul edilen görüşe göre, bunların doğuş yerlerine bakılmaz.
Fetva buna göredir. Bundan dolayı, batı ülkesinde bulunanlar Ramazan hilâlini
görecek olsalar, bunu haber alan doğu bölgelerindeki müslümanlar üzerine de oruç
tutmak gerekir. Ancak bir beldedeki görünüş, diğer bir belde halkı hakkında
geçerli olabilmesi için, bu görünüş hakkında olan şehadetin hakim tarafından
benimsenip karara bağlanması lâzımdır. Yoksa sadece bir görüşü haber vermek,
hilâli göremeyen memleket halkı için bir delil olamaz. Şöyle ki: Bir belde
hakimine iki adil adam gelip şöyle demelidirler: "Falan memlekette hilâli
gördüklerine dair olan şahidlerin şehadetlerini, o memleketin hakimi usulüne
göre kabul edip hüküm vermiştir." Hakimin hükmü bir senet ve delildir. Bunlar da
bu hükme şahidlik etmiş olurlar. Artık öteki memleketin hakimi de bu şehadeti
kabul ederek ona göre hüküm verebilir. Başka bir memlekette, hilâlin görülmüş ve
karara bağlanmış olduğunu gelip haber verenler, sözleri inkar edilemiyecek kadar
büyük bir çoğunluksa, böyle bir hükme ihtiyaç görülmeksizin haber gereği üzere
işlem yapılır.
67- Oruç hususunda ayın doğuş yerlerinin çeşitli oluşuna ve
bunun hesapla belirlenmesine itibar edilmemesi, şu hadîs-i şerîf ile aynı manayı
taşıyan başka hadislere dayanmaktadır.
"Hilâli gördüğünüz zaman oruç tutunuz
ve hilâli görünce de iftar ediniz."
Bu hadîs-i şerîfe göre oruç ile iftar,
hilâlin görülmesine bağlanmıştır. Bundan dolayı müslümanlardan bir kısmının
hilâli görmesi ile, oruca esas olan hilâli görme olayı meydana çıkmış olur.
Böylece farz olan orucu tutma ve bayram yapma gereği hepsine yönelmiş
bulunur.
Dinin bu hükümleri, hilâlin değişik beldelerde farklı zamanlarda
doğuşuna itibar edilmesini veya hesab ehlinden sorulmasını emretmemiştir.
Hilâlin fenne dayanarak görülemeyeceğini araştırmak da gerekmemektedir. Çünkü bu
fennî araştırma, her yerde ve her zaman mümkün olmaz. Dinin gösterdiği kolaylığa
da uymaz.
Yine, hilâli haber veren iki haberciden birinin fenne dayanarak
haberini, diğerinin rüyete (görüşe) dayanarak haberini tercih etmek de çok kere
uygun olamaz. Çünkü bunlardan birinin hesabda, diğerinin görmede hataya düşmesi
ihtimali vardır.
(Malikî ve Hanbelîlerin mezheblerine göre de doğuşun değişik
olmasına itibar olunmaz. Şafiîlere göre, aralarında yirmi dört fersah veya daha
çok bir uzaklık bulunan iki beldede, değişik doğuşlara itibar olunur. Birinde
hilâlin görülmesi, diğeri için görülme sayılmaz.)
68- Hilâlin doğuş yeri
değişikliklerine itibar edilmediğine göre, bir belde halkı Ramazan hilâlini
görüp yirmi dokuz gün oruç tuttuktan sonra bayram yapsalar, diğer bir belde
halkı da yine hilâli görerek otuz gün oruç tuttukları meydana çıksa, önceki
belde halkının bayramdan sonra kaza olarak bir gün oruç tutmaları gerekir. Çünkü
ilk hilâli görüşe itibar olunmaz. Bu belde halkının hilâli bir gün sonra görmüş
olmaları ihtimali vardır.
69- Hanefi fıkıh alimlerinden bazılarına göre,
doğuş yerlerinin değişik olması geçerlidir. Bundan dolayı batıda hilâlin
görülmesi sebebiyle doğuda bulunan müslümanlar için o gün oruç tutmak veya iftar
etmek gerekmez. Bu hususta her belde halkı, kendi görgüsüne göre işlem yapar,
oruç tutar, bayram yapar ve kurban keser. Bununla beraber, aralarında yirmi dört
fersahdan az bir uzaklık bulunan iki belde arasında bu ayrılık mümkün olmaz.
İşte böyle birbirine yakın iki beldeden birinde görülen hilâl, diğerinde geçerli
olur.
70- Ramazan orucuna başlanması veya bayram yapılması için astronomi
ilmini bilen adalet sahibi vakit uzmanlarının sözlerine baş vurulup
vurulamayacağı hususunda fıkıh alimleri arasında iki görüş vardır. Sahih kabul
edilen çoğunluğun görüşü, bu konuda onların sözü kabul edilmez. Öyle ki, bir
vakit uzmanının yaptığı hesab ile kendisinin işlem yapması bile caiz değildir.
Gerçekten fennî hesablar kesin ise de, bu hesabları yapanların hata
yapmayacakları kesin değildir. Bundan dolayı takvimler arasında daima ayrılık
görülmektedir.
Bununla beraber, her yerde böyle ince hesablar yapılabilecek
insanlar bulunamayacağından bunların sözlerine başvurmak gereği, özellikle sahra
gibi yerlerde ve dağınık bir halde yaşayan müslümanlar için zorluğu gerektirir.
Halbuki şeriat bu hususta kolaylık göstermiştir. Bir hadîs-i şerîfde
buyurulmuştur:
"Hilâli gördükten sonra oruç tutunuz ve hilâli gördükten sonra
iftar ediniz (bayram yapınız). Size hava kapalı olunca da, Şaban ayını otuza
tamamlayınız."
Anlaşılıyor ki, şeriaat orucu, hiç bir zaman değişmeyecek
temelli ve basit olan, herkes tarafından anlaşılıp kabul edilecek olan bir
delile bağlanmıştır ki, o da hilâlin görülmesidir.
Gerçekten müneccimlerin
sözleri hesab kurallarına dayanır. Fakat aralarında çok kere ayrılık bulunmakta,
sözleri kararlı bulunmamaktadır. Bir de hesaba nazaran kamerî aylar, mutlaka
otuz veya yirmi dokuz gün olmayıp az çok kesirli bulunmaktadır. Şeriat ise,
orucun ya tam otuz veya tam yirmi dokuz gün tutulmasını emretmiştir.
Azınlık
olanlara ait diğer bir görüşe göre, bu konuda vakit uzmanlarının ve
müneccimlerin sözlerine başvurulabilir. Bunların sözlerine güvenmekte bir
sakınca yoktur. Fıkıh alimlerinden Muhammed ibni Mukatil, onların kendi
aralarında fikir birliği yaptıkları sözlerine güvenir ve onlardan sorardı. Ancak
bu konuda onlardan bir topluluğun fikir birliği yapılmış olması lâzımdır. Kadı
Abdülcebbar da; "Müneccimlerin sözlerine güvenmekte bir sakınca yoktur,"
demiştir.
Memleketimizde bir müddetten beri, bu görüşe uygun olarak kamerî
aylar Rasathane tarafından bir belge halinde tayin edilmektedir.
(Malikî ve
Hanbelî fıkıh alimlerine göre müneccimlerin sözlerine güvenilmez. Bunun için
onların sözleri ile herkes için oruca başlamak gerekmez. Yalnız Malikîlerce,
güvenilir bir görüşe göre, müneccimler kendi hesabları ile işlem yaparak oruç
tutabilirler. Müneccimlerden işitip doğru olduğuna kuvvetle inanan kimse de,
onun hesabına dayanarak oruca başlayabilir.
Şafiîlerce de müneccimin sözü,
kendi hakkında ve kendisini doğrulayan kimse hakkında geçerli ise de, tercih
edilen görüşe göre, bütün insanlar için geçerli değildir. Buna göre, müneccimin
sözü üzerine herkesin oruca başlaması vacib olmaz. Şafiîlerden yalnız İmam
Sübkî\'nin bu konuda bir eseri vardır. Bu şahıs, hesabın kesin olduğunu göz önüne
alarak müneccimlerin sözlerine güvenileceğine inanmıştır. Fakat diğer Şafiî olan
alimler tarafından bunun sözü kabul edilmemiştir.)
Oruçlara Ait Niyetler
71- Herhangi bir
oruca kalb ile niyet yeterlidir. Oruç için sahura kalkılması da bir niyettir.
Niyetin dil ile de yapılması mendubdur.
72- Ramazan orucu, tayin edilmiş adak
ve mutlak nafile oruçlar için niyetin vakti, güneşin batışından başlayarak kaba
kuşluğa kadar devam eder. Bu zaman içinde niyet edilebilir. Fakat güneş batmadan
önce veya tam istiva zamanında veya ondan sonra akşama kadar hiç bir oruca niyet
edilemez. Böyle niyet hususunda, mukîm, misafir, sağlıklı ve hasta olanlar
eşittir.
Bununla beraber istiva zamanına kadar böyle niyet edilebilmesi,
ikinci fecirden sonra yiyip içmek gibi orucu bozan haller bulunmadığı
taktirdedir. Böyle orucu bozan bir şey, kasden veya sehven yapılacak olsa, artık
niyet caiz olmaz.
(Malikîlere göre, nafile oruç için böyle gün ortasına
kadar niyet edilemez. Çünkü sabahleyin niyet edilmeyince, o gün iftar etmek
kararlaşmış olur. Bir günün hem oruca, hem de iftara ihtimali olamaz.
Şafiîlere göre güneşin batışından öncesine kadar niyet edilebilir. Yeter ki,
sabahdan itibaren oruca aykırı bir iş yapılmamış olsun. Çünkü nafile ibadet için
din yönünden takdir edilmiş bir zaman yoktur. Bu oruç, oruç tutacak olan
kimsenin isteğine bağlıdır. Zevalden sonra da oruç tutma arzusu
bulunabilir.)
73- Bütün kaza ve keffaret oruçları ile mutlak adak oruçları
için niyetin geceleyin veya ikinci fecrin başlangıcında yapılması şarttır.
Ayrıca bu oruçları niyette göstermek (tayin etmek) lazımdır. Bundan dolayı
bunlardan herhangi biri için fecirden sonra niyet edilirse veya bunlardan
hangisinin tutulacağı kalb ile tayin edilmezse, bu oruçların tutulmaları sahih
olmaz. Çünkü bu oruçlar için belli bir gün yoktur. Bunlara hangi günlerin
ayrılacağı, ancak böyle bir niyet ile tayin edilmiş olur. Ramazan orucu,
belirlenmiş adak, herhangi bir nafile oruç için mutlak bir niyet yeterlidir.
"Yarınki günün orucunu tutmaya, yarın oruç tutmaya, yarın nafile oruç tutmaya".
diye niyet edilebilir. Bununla beraber bunlar için geceleyin niyet edilmesi, bu
oruçların tayin edilmesi ve şöyle denilmesi daha faziletlidir: "Yarınki Ramazan
orucunu tutmaya niyet ettim."
74- Ramazanın her günü için ayrıca bir niyet
gerekir. Çünkü araya geceler girmektedir. Ayrıca her günün orucu başlıbaşına bir
ibadet bulunmaktadır. Bunun içindir ki, bir günün orucundaki bozukluk, diğer
günün sıhhatine engel olmaz.
75- Bir kaza orucuna fecrin doğuşundan sonra
niyet edilecek olsa, bununla kaza sahih olamayacağından, nafile oruç tutulmuş
olur. Eğer bu oruç bozulacak olsa, kaza edilmesi gerekir. Çünkü başlanmış olan
bir ibadet yarıda bırakılamaz
76- Bir kimse, daha güneş batmadan: "Yarın oruç
tutayım," diye niyet edip de, sonra yarınki günün istiva zamanına kadar uyusa,
gafil veya baygın bir hal de bulunsa, oruç tutmuş olmaz. Fakat güneşin
batmasından sonra böyle niyet etmiş olursa, orucu sahih olur.
77- Bir kimse,
ramazan ayında ramazan olduğunu bildiği halde, ne oruca ve ne de iftara niyet
etmemiş bulunsa, sağlam rivayete göre, oruçlu bulunmuş olmaz.
78- Bir kimse,
geceleyin herhangi bir oruç için niyet etmiş bulunsa, sonra fecrin doğuşundan
önce bu niyetinden dönse, bu dönüşü sahih olur. Fakat oruçlu bir kimse, orucunu
bozmaya niyet ettiği halde bozmasa, sadece bu niyet ile orucu bozulmuş
olmaz.
79- "İnşallah yarın oruç tutmaya niyet ettim," diye yapılan bir niyet
sahihdir. Fakat: "Yarın davete çağırılsam iftar etmeye, çağrılmazsam oruç
tutmaya," diye yapılan bir niyet geçerli değildir. Böyle tereddütlü bir niyetle
oruç tutulmuş olmaz.
80- İstiva zamanına kadar niyet edilmesi caiz olan
oruçlarda, gündüzün niyet edileceği takdirde, o günün başlangıcından itibaren
oruçlu bulunmuş olmaya niyet edilmesi gerekir. Niyet edileceği andan itibaren
oruç tutmaya niyet edilecek olsa, bununla oruç tutulmuş olmaz.
81- Ramazan
gecesinde veya gündüzünde bayılan veya deliren kimse, istiva zamanından önce
kendine gelip oruca niyet edince oruçlu bulunmuş olur.
82- Bir kimse, Ramazan
ayında başka bir vacib oruca niyet edecek olsa, o kimse Ramazan orucuna niyet
etmiş sayılır. Bu konuda iki imama göre, mukim ile misafir arasında fark yoktur.
İmamı Azam\'a göre, misafir olunca, niyet ettiği vacib için oruçlu bulunmuş olur.
Çünkü misafirin Ramazan orucunu tutma mecburiyeti yoktur.
Nafile oruca niyet
edilecek olsa, sahih olan görüşe göre, ramazan orucuna niyet edilmiş olur.
Hastanın da bu şekilde olan niyetleri, sahih olan görüşe göre, Ramazan orucuna
sayılır.
Misafir ile hastanın mutlak şekildeki niyetleri de Ramazan orucuna
sayılır.
83- Muayyen bir adak gününde, keffaret veya ramazan orucunu kaza
gibi, başka bir vacibe niyet edilerek oruç tutulmuş olsa, sahih olan görüşe
göre, bu oruç o vacib için sayılır; o muayyen nezir orucunun kaza edilmesi
gerekir.
84- Bir oruç için hem keffarete, hem de nafileye niyet edilse,
keffaret olarak caiz olur. Fakat bir oruç için kazaya, hem de yemin keffaretine
niyet edilecek olsa, hiç biri geçerli olmaz. Çünkü bunların aralarında zıddiyet
vardır. Bu durumda o oruç bir nafile olmuş olur.
85- Bir veya birkaç
ramazandan orucu kazaya kalmış olan kimse için uygun düşen, bunları kaza
ederken: "Üzerine kazası ilk vacib olan oruca" niyet etmektir. Bununla beraber
böyle belirtilmeksizin yalnız kazaya niyet etmesi de yeterlidir.
86- Bir
kadın henüz adet içinde iken, geceleyin oruca niyet edip fecirden önce
temizlenecek olsa, orucu sahih olur.
87- Esir bulunan kimse, Ramazan ayının
girip girmediğini bilemezse araştırır ve kanaatına göre oruç tutar. Sonra
bakılır: Eğer orucu ramazana raslamışsa veya ramazandan yahut oruç tutulması
yasak olan günlerden sonra geceleyin niyet ederek oruç tutmuş ise, orucu
ramazandan sayılır. Ramazan günlerinden noksan olarak oruç tutmuşsa, bu noksan
günleri kaza eder. Fakat Ramazandan öncesine raslamışsa, caiz olmaz, yalnız
nafile bir oruç olur.
Oruçlu İçin Mekruh Olan ve Olmayan
Şeyler
88- Oruçlu olanın su ile ıslatılmış bir misvaki kullanması İmam
Ebu Yusuf\'a göre mekruhtur. Fakat diğer alimlere göre, sabahleyin yahut zevalden
sonra yaş ve kuru misvak kullanmakta kerahet yoktur.
(İmam Şafiî\'ye göre,
zevalden sonra misvak kullanılması mekruhtur.)
89- Oruçlu kimsenin istincada
(büyük abdest temizliğinde) ve abdest alırken ağzına, burnuna su verirken aşırı
gitmesi, fazla su doldurup taşırması mekruhtur.
90- Oruçlunun bir özrü
bulunmaksızın pişirilen yemeği yalnız ağzı ile tadması mekruhtur. Bir kocanın
kötü huylu olması, karısı için bir özürdür, böyle bir kadın pişireceği yemeğin,
yutmaksızın, tadına ve tuzuna bakabilir.
91- Oruçlu bir kimsenin satın
alacağı bal ve yağ gibi şeylerin iyi olup olmadığını anlamak için yalnız ağzı
ile onlardan tadmasında kerahet vardır. Bir görüşe göre, muhakkak satın alınması
gerekiyorsa yahut aldanmaktan korkuluyorsa, boğaza kaçırmamak şartı ile tadına
bakılmasında kerahet yoktur.
92- Oruçlu kimsenin, önceden çiğnenmiş beyaz ve
parçalanmaz bir sakızı çiğnemesi mekruhtur. Fakat yeni bir sakızı çiğnemek caiz
değildir. Erkekler oruçlu olmadıkları zamanlarda da sakız çiğnemeleri hoş
değildir. Bir özür sebebiyle çiğneyeceklerse, gizlice çiğnemeleri güzel
görülmüştür.
93- Oruçlunun kan aldırması, orucunu koruyamayacak şekilde zayıf
düşmesinden korkulursa mekruhtur, değilse mekruh olmaz. Bununla beraber uygun
düşen, bunu güneş batışından sonraya bırakmaktır.
94- Ramazanda harareti
azaltıp serinlenmek için ağza ve buruna su almak ve soğuk su ile yıkanmak, İmamı
Azam\'a göre mekruhtur. Çünkü böyle bir hareket, ibadet için bir daralma
göstermek demektir. Fakat İmam Ebû Yûsuf\'a göre, bunda kerahet yoktur. Çünkü
böyle yapmakla ibadete yardım edilmiş ve doğal olan sıkıntı giderilmiş olur.
Fetva da buna göredir.
95- Kendine güvenemeyen bir oruçlunun zevcesini öpmesi
ve okşaması mekruhtur.
96- Oruçlu kimsenin zevcesi ile çıplak olduktan halde
boyun boyuna sarılmaları kendine güvensin veya güvenmesin, her halde mekruhtur.
Bu harekete "Fahiş mübaşeret = Aşırı yaklaşma" denir. Zevcesinin dudaklarını
emmesi de, her halde mekruhtur, buna da "Fahiş kuble = Aşırı öpüş" denir.
97-
Oruçlu kimsenin cünüb olarak sabahlaması veya gündüzün uyuyup ihtilam olması
orucuna zarar vermez. Fakat mümkün olduğu halde geceleyin yıkanmamak mekruh
değildir, denemez.
98- Oruçlu kimsenin gül ve misk gibi kokuları koklaması da
mekruh değildir. Sürme çekmesi, bıyık yağı kullanması da mekruh değildir.
Ancak erkeklerin süs maksadı ile sürme çekmeleri ve bıyıklarına yağ
sürmeleri mekruhtur.
Orucu Bozan ve Bozmayan Şeyler
99- Kasden
yeyip içmek ve oruca aykırı olan işleri yapmak orucu bozar. Bu işlerin bir kısmı
yalnız kazayı ve bir kısmı da hem kaza, hem de keffareti gerektirir. Bunlar
açıklanacaktır.
100- Unutarak bir şey yemek ve içmek veya cinsel ilişkide
bulunmak orucu bozmaz. Bu hususta farz, vacib ve nafile oruçlar arasında bir
fark yoktur. Çünkü unutma ve yanılma ile yapılan işler bağışlanmıştır.
(Malikîlere göre, bunların her biri ile farz olan oruç bozulur, kazası
gerekir. Çünkü orucun rüknü olan imsak kaybolmuştur.)
101- Yanılarak yemek
yiyen bir oruçluya raslanınca, bakılır: Eğer oruç tutmaya güçlü görülüyorsa, ona
oruçlu olduğunu hatırlatmamak, tercih edilen görüşe göre, harama yakın
mekruhtur. Fakat çok yaşlı ve zayıf kimse olunca, diğer ibadetleri sağlam
yapabilmesi için, ona hatırlatılmaz. Uykuya dalmış bir kimseyi, vakti geçmeden
namaz kılmak için uyandırmak da bir görevdir. Uyuyan özürlü sayılır; fakat
uyandırmayan özürlü sayılmayacağı için günah işlemiş olur.
102- Uyku halinde
bir şey yeyip içmek orucu bozar. Bu yanılma işi gibi sayılmaz.
103- Oruçlu
olduğu halde yemek yiyen kimseye: "Sen oruçlusun" denildiği halde, hiç aldırış
etmeyerek yemesine devam etse, sahih olan görüşe göre, orucu bozulur ve ona kaza
gerekir.
104- Hata yolu ile yeyip içmek de orucu bozar. Bunun için, oruçlu
olduğunu bildiği halde bir kimse, kasıd olmaksızın hata ile bir şey yeyip içse,
abdest alırken boğazından aşağı su kaçsa veya ağzına yağmur ve kar daneleri
düşüp midesine doğru gitse orucu bozulur ve üzerine kaza gerekir. Fakat oruçlu
olduğu hatırında yoksa, bunlardan dolayı orucu bozulmaz.
105- Ağza su verip
çalkaladıktan sonra ağızda kalan yaşlığın tükrükle beraber yutulması orucu
bozmaz.
Yine insanın baş kısmından burnuna inen akıntıyı kasden içeri çekip
yutması da orucu bozmaz.
106- Dişlerin arasından çıkan kan boğaza gidecek
olsa, bakılır: Eğer az olur da içeriye geçmezse, orucu bozmaz. Çünkü adet gereği
bundan korunmak mümkün değildir. Çok olmakla beraber çoğunluğu tükürük teşkil
ediyorsa, hüküm yine böyledir. Fakat çoğunluğu kan olur ve tadı duyurulur bir
halde veya kanla tükürük eşit bulunursa, yutulunca oruç bozulur. Çıkarılan diş
için de bu haller geçerlidir.
107- Ağızdan dışarı çeneye doğru iplik halinde
sarkan ve ağızdan kopup ayrılmayan ağız salyasını içeriye çekip yutmak da orucu
bozmaz. Çünkü bu halde henüz ağızdan çıkmamış sayılır.
Bunun gibi, herhangi
bir sebeble ağızdan çıkıp yine ağıza girerek boğaza giden bir su ile de oruç
bozulmaz.
108- Kişinin konuşmakdan veya başka bir sebebden dolayı tükrükle
ıslanmış dudaklarını emmesi, orucunu bozmaz. Çünkü bunda bir zaruret
vardır.
109- Göz yaşı veya yüz teri ağıza girecek olsa, bakılır: Eğer bir ve
iki damla gibi az bir şey ise, orucu bozmaz. Çünkü bundan kaçınmak mümkün
değildir. Fakat tuzluluğu bütün ağız içinde duyulacak derecede fazla olup da
oruç hatırda iken yutulacak olsa, orucu bozar.
110- Yenilmesi kasdedilmeyen
ve kendisinden kaçınılması mümkün olmayan bir şeyin içeriye gitmesi orucu
bozmaz. Onun için, ilaç olarak ağrıyan dişe konulan karanfilin tadı tükrükle
boğaza kaçarsa, havada dağılan bir duman ve toz-topraktan, öğütülen veya
tokmakla döğülen şeylerden kalkan toz, orucu bozmaz. Uçan bir sineğin boğaza
kaçması da böyledir. Fakat dişe ilaç olarak konulan bir nesnenin mesela
karanfilin yutulması orucu bozar.
Yine, oruçlu bulunduğunu hatırladığı halde,
kokladığı bir "Buhurun = Kokunun" dumanı içine gitse veya bir sineği tutup
yutsa, orucu bozulur. Böyle bozulan bir orucu kaza etmek gerekir.
111- Renk
veren bir iplik parçasını defalarca ağıza alıp çıkarmak orucu bozmaz. Fakat
oruçlu olduğunu hatırlayan kimse, ağzına aldığı herhangi bir renkteki ipliğin
tükrüğünü yutacak olsa, orucu bozulur.
112- Dişlerin arasında kalmış olan bir
yemek kırıntısı yutulsa, bakılır: Eğer az bir şey ise, orucu bozmaz: fakat çok
olursa bozar. Nohut tanesinden küçük olan şey azdır, nohut danesi kadar olan şey
de çoktur. Bu bir ölçüdür.
113- Dişlerin arasında kalan susam veya buğday
danesi gibi pek az bir şeyi yutmak orucu bozmaz. Fakat böyle bir şey dışardan
alınıp yutulsa, orucu bozar. Bu halde, tercih edilen görüşe göre, keffaret de
gerekir. Ancak böyle pek az bir şey ağıza alınıp çiğnense oruca zarar vermez.
Çünkü bu ağız içinde dağılır bir zerre haline gelir. Ancak bunun tadı boğaza
giderse oruç bozulur.
Nohut büyüklüğünden az olup dişler arasında kalan bir
şey, ağızdan çıkarılıp sonra yenirse orucu bozar. Ancak sahih olan görüşe göre
keffaret gerekmez. Çünkü böyle bir şeyi yemek, olağan dışı bir iştir.
114-
Bir kusuntu, kendiliğinden gelince bakılır: Eğer ağız dolusu olmayıp içeriye
dönerse, ittifakla orucu bozmaz. Fakat içeriye döndürülürse, İmam Muhammed\'e
göre orucu bozar. Çünkü imsak kaybolmuştur, İmam Ebû Yusuf a göre bozmaz; çünkü
bu az olduğu için abdesti bozmadığı gibi, orucu da bozmaz.
Fakat bu kusuntu
ağız dolusu olup kendi başına içeriye dönecek olsa, İmam Ebû Yusuf\'a göre orucu
bozar. Çünkü bu, taharete engeldir, İmam Muhammed\'e göre bozmaz; çünkü imsak
kasden terkedilmiş değildir. Ancak böyle bir kusuntu kısmen veya tamamen sahibi
tarafından geriye çevrilirse, ittifakla orucu bozar.
115- Bir kusuntu, sahibi
tarafından kasden getirilince bakılır: Eğer ağız dolusu ise, ittifakla orucu
bozar. Çünkü bu hal, hem taharete, hem de imsake engeldir. Bu halde, içeriye az
çok bir şey dönüp gider. Bunun için orucun kazası gerekir. Fakat ağız dolusundan
az olup da kendi başına geri dönerse, İmam Muhammed\'e göre, orucu bozar. Çünkü
bu imsake engeldir, İmam Ebû Yusuf\'a göre bozmaz; çünkü az olduğundan taharete
engel değildir.
Bu kusuntu, içeriye çevrildiği takdirde, hem İmam Muhammed,
hem de İmam Ebû Yusuf\'dan bir rivayete göre, orucu bozar, İmam Ebû Yusuf dan
diğer bir rivayete göre ise, bozmaz.
116- Yalnız yapışmak, öpmek ve oynamakla
oruç bozulmayacağı gibi, yalnız bakmak ve düşünmek sonucu olarak inzal olmakla
da bozulmaz. Bunun için bir kimsenin zevcesini öpüp okşaması ile onun orucu
bozulmaz.
Yine, zevcesinin veya başkasının yüzüne veya herhangi bir uzvuna
tekrar suretinde olsa dahi, bakması ile ve bakışından veya bunları düşünüşünden
dolayı şehvetle akıntı olması ile de orucu bozulmaz.
117- İki yoldan başka
herhangi bir uzva yapılacak temas sonunda inzal olmazsa, oruç bozulmaz. Fakat
inzal olunca oruç bozulur ve yalnız kaza gerekir. El ile meni getirmek veya
hayvan ve ölüye temasla olan inzal da böyledir.
118- Zevcesinin sıcaklığını
duymayacak şekilde elbisesi üstünden tutmakla inzal olsa orucu bozulmaz,
sıcaklığını duymuşsa bozulur.
Yine, bir kadın kocasını, inzal oluncaya kadar
tutsa, kocasının orucu bozulmaz. Fakat bu tutması, kocasının teklifi üzerine
ise, bu durumda orucunun bozulup bozulmamasında ihtilaf vardır.
119- Bir
erkek zevcesini veya bir kadın kocasını öpüp de erkekden meni, kadından bir
yaşlık belirse, bunların orucu bozulmuş olur, bundan dolayı da kaza gerekir.
Kadın bu öpme sonunda bir yaşlık değil de, bir lezzet duyacak olsa, İmam Ebû
Yusufa göre orucu bozulur, İmam Muhammed\'e göre bozulmaz. Okşamak, el tutuşmak,
boyuna sarılmak da, öpme gibidir.
120- Oruçlu olan kimse, büyük abdest
temizliği yaparken, içeriye su geçmemesi için nefes alıp vermemelidir. Bu
temizlik üzerinde aşırı gidilir de, su hukne yerine kadar ulaşırsa, orucu bozar.
Hukne (lâvman için kullanılan) bir ilaçtır. Bunu kullanmaya "İhtikan" denir.
Hukne için kullanılan özel alete de "Mıhkane = Şırınga" denir. Bu şırınganın
ucu, aşağıdan (makaddan) nereye kadar yetişirse, oraya varacak kadar yapılacak
bir istinca orucu bozar. Böyle bir istinca da pek az yapılabilir. Zaten bunun
yapılması sağlığa zararlıdır.
121- İhtikan (şırınga yapmak), buruna ilaç
akıtmak, kulağa yağ damlatmak orucu bozar ve kazayı gerektirir. Fakat kulağa
giren su, orucu bozmadığı gibi, kulağa dökülen su da, tercih edilen görüşe göre
orucu bozmaz. Bunun gibi, üzerinde kulak kiri bulunan bir karıştırıcının kulağa
birkaç defa sokulup çıkarılması ile de oruç bozulmaz. (İmam Şafiîye göre
bozar.)
122- Erkeğin tenasül aletine damlatılan su veya yağ, mesaneye kadar
gitse bile, İmamı Azam ile İmam Muhammed\'e göre orucu bozmaz. Fakat mesaneye
kadar gitmeyip de tenasül organı içinde kalırsa, ittifakla bozmaz.
123- Su
veya yağ ile ıslanmış bir parmağın ön veya arka tarafa sokulması, oruç
hatırlanması halinde olursa orucu bozar. Unutma halinde ise, bozmaz. Kuru bir
parmağın sokulması, her iki halde de orucu bozmaz.
124- İnsanın derisinden
içeriye sızan şeyler orucu bozmaz. Bunun için vücuda sürülen bir yağ veya
yıkanılıp içeriye soğukluğu geçen bir su, orucu bozmaz.
Yine, göze dökülen
bir ilaç orucu bozmaz, boğazda duyulsa bile... Göze sürülen bir sürme de
böyledir, izi ve rengi tükürükte görülse de... Çünkü bunların öyle içeriye
geçmesi derideki emişlerledir.
125- Oruçlunun kendi işi olarak ağzından
başka, vücudunun herhangi bir kısmından içine tamamen sokulup kaybolan veya
başkası tarafından sokulup vücuda yarar sağlayan herhangi bir şey orucu bozar.
Bu hususta içeriye giden şeye bakılır, gittiği yola bakılmaz. Bundan dolayı bir
kimsenin başkası tarafından herhangi bir uzvuna saplanıp vücutta kaybolan odun
ve demir benzeri bir şey orucu bozar. Fakat böyle bir şeyin bir ucu dışarda
kalmış olursa, orucu bozmaz. Bir parçası içeriye sokulmuş olan bir süngü veya
bir odun parçası gibi...
Yine, iç boşluğa veya dimağa kadar uzayan derin bir
yaraya konulan yaş bir ilaç, içeriye veya dimağa kadar geçince orucu bozar,
kazayı gerektirir.
Bu mesele, İmam Serahsinin "Mebsut" adlı kitabındaki
açıklamasına bakılırsa, İmamı Azam\'a göredir. Bu esas üzerine denilir ki,
Ramazanda gündüz vakti vücuda yapılan iğne de orucu bozar ve kazayı gerektirir.
Çünkü bu, hem oruçlunun rızası ie yapılmakta, hem de vücudun yararına yapılmış
bulunmakladır. İğne aracılığı ile vücudda bir yol açılıyor ve böylece ilaç tam
vücudun içine akıtılmış oluyor. Artık bu şekilde ilacın içeriye girmesi, suyun
deriden emilerek içeriye geçmesi gibi değildir. Bundan dolayı açık bir ihtiyaç
veya zaruret bulunmayınca, iğneler iftardan sonra yapılmalıdır. İhtiyata uygun
olan budur.
Hatta bir görüşe göre, başkası tarafından sokulup vücudun içinde
kaybolan demir parçası gibi bir şey, vücudun yararına olmadığı halde, yine orucu
bozar.
İki imama gelince, bunlara göre bir şey, tabiî yoldan içeriye
gitmedikçe oruç bozulmaz. Çünkü oruç; "Yaratılışta bir yol ve kanal olan bir
uzuvdan (organdan) bir şeyi içeriye sokmaktan kendini tutmaktır." Biz böyle bir
imsak ile emrolunmuşuz. Bu hususta geçici olan yol ve kanallara itibar edilmez.
Bunun için dışardan bir yaraya konulan ilaç, boşluğa kadar gitse de, orucu
bozmaz. Vücudun derisini yırtarak içeriye gidip kaybolan bir demir, bir kurşun
parçası hakkında da hüküm böyledir. Buna göre iğne ile de orucun bozulmaması
gerekir. Evvelce, fetvahane tarafından da bu yolda fetva verilmişti. Fakat daima
ihtiyat yolunun gözetilmesi iyidir.
126- Baştaki veya karındaki bir yaraya
konulup yaranın ıslaklığı ile dimağa veya boşluğa gitmeyen bir ilaçtan ittifakla
oruç bozulmaz. Fakat böyle bir yaraya konulup dimağa veya ileriye gidip
gilmediğinden şübhe edilen sıvı bir ilaç, İmamı Azam\'a göre orucu bozar. Çünkü
böyle bir ilaç adet bakımından içeriye geçer, iki imama göre, bununla oruç
bozulmuş olmaz. Çünkü böyle şübhe ile oruç bozulamayacağı gibi, tabiî olmayan
bir yoldan içeri giren bir ilaç ile de oruç bozulmaz.
Kaza Edilmesi Gereken ve Gerekmeyen
Oruçlar
127- Yolculuk veya hastalık özrü ile Ramazan orucunu tutmamış
olan kimse, bunları kaza etmeye elverişli bir vakit bulamadan önce ölse, üzerine
kaza gerekmediği gibi, fidye vermesi de lazım gelmez. Ancak oruçları için fidye
verilmesini vasiyet etmiş olursa, malının üçte birinden bu vasiyetin yerine
gelirilmesi gerekir.
Fidye, fakir bir kimseyi sabah ve akşam doyuracak olan
bir günlük yiyecektir. Bu, bir fitre sadakasına eşittir.
128- Yolculuk veya
hastalık sebebi ile Ramazan orucunu tutamamış olan kimse, bunun tamamını veya
bir kısmını kaza edebilecek bir zaman bulmuş olduğu halde, bunları kaza etmeden
ölürse, malı olduğu takdirde, kazaya kalan her gün için malının üçte birinden
ödenmek üzere bir fidye ödenmesini vasiyet etmesi gerekir. Bu fidye fakirlere
verilir. Bir özrü olmaksızın kasden Ramazan orucunu tutmayan kimse üzerine de,
öldüğü zaman malının üçte birinden fidye verilmesini vasiyet etmelidir ki, bu
vacibdir. Kaza edecek zaman bulamasa da hüküm aynıdır. Çünkü yapılması mümkün
olan bir ibadeti terk etmiştir. Vasiyet etmediği takdirde, varislerin bu fidyeyi
vermeleri üzerine vacib olmaz, isterlerse kendi mallarından bir bağış olarak
verebilirler. Varisler ve varis olmayanlar, ölü adına orucu tutmak suretiyle
kaza edemezler. Böyle beden ile yapılan ibadetlerde, başkasına vekalet edilemez.
Ancak kendileri için tuttukları oruçların sevabını ölüye
bağışlayabilirler.
(İmam Şafiîye göre, ölü vasiyet etsin veya etmesin, onun
geriye bıraktığı malın tümünden kazaya kalmış oruçlarının fidyesi verilir. Böyle
bir ölü adına da velisi oruç tutabilir.)
129- Tutulamayan oruçlardan dolayı
fidye verilmesi, Ramazan orucu ile Ramazan ayından kazaya kalan oruçlara ve
nezir oruçlarına mahsustur. Yemin ve adam öldürme keffaretleri için gereken
oruçları tutmaktan aciz kalan kimsenin, daha hayatta iken fidye vermesi caiz
değildir. Fakat bu oruçlar için vasiyet etmesi caizdir.
130- Bozulan herhangi
bir nafile orucun kazası gerekir, ister bu orucu bozma, oruçlunun kendi isteği
ile olsun, ister olmasın aynıdır. Bunun için nafile oruç tutmaya başlayan bir
kadın, adet görecek olsa, sahih olan görüşe göre, bu orucu kaza etmesi gerekir.
Çünkü başlanmış bir ibadeti yarıda bırakmamak ve yüklenilen bir din görevini yok
etmemek vacibdir, gereklidir.
(Şafiîlere göre böyle bir oruçlu serbesttir,
dilerse bu orucu kaza eder, dilerse etmez. Çünkü üzerine vacib olmayan bir
ibadete başlamıştır. Yerine getirmediği fazladan bir ibadet için kendisine kaza
gerekmez.)
131- Bir kimse, fecrin doğuşundan sonra kaza orucuna niyet etse,
bu oruç kaza yerine geçmez, nafile bir oruç olur. Çünkü geceden niyet edilmesi
gerekirdi. Bu orucu bozacak olsa, ayrıca kazası gerekir.
132- Ramazanın
başından sonuna kadar baygın bir halde olan kimse, sonradan kendine gelince,
üzerine kaza gerekmez. Bunda ittifak vardır. Çünkü bayılma hali bir hastalıktır.
Fakat böyle bir halin bu kadar uzaması da çok az olur. Nadir olan şeylerdeki
güçlük de izne sebeb olamaz.
133- Delirmiş olan bir adam, Ramazan içinde
kendine gelip iyileşse, geçmiş günleri kaza eder. Fakat bir kimsenin delirmesi
Ramazanın başından sonuna kadar veya son günün zevalinden sonraya kadar devam
etse, sonradan iyileşmekle kendisine kaza gerekmez. Çünkü bunda güçlük vardır:
Sahih olan da, budur. Yine böyle delirmiş olan kimse, Ramazan gecelerinden
birinde iyileşip de, sonra fecirden itibaren yine delirse, üzerine kaza
gerekmez.
Delirmiş olan kimsenin iyileşmesi, kendisindeki delirmenin tamamen
ortadan kalkması ile olur.
(Malikîlere göre, delirme de bayılma gibidir.
Onun için kazası gerekir.)
134- Orucu kazaya kalan kimse, bunu kaza etmeden
ilerki Ramazana yetişince, gelen Ramazan orucunu, kaza orucundan önce tutar.
Çünkü kaza için zaman geniştir ve elverişlidir.
(Şafîîlere göre, bir
ramazana ait kaza orucunu, diğer Ramazan gelmeden önce tutmak gerekir. Önceki
Ramazan orucu tutulmadan ikinci bir Ramazan gelince, hem kaza ve hem de her gün
için bir fidye vermek gerekir. Çünkü kaza vaktinden çıkarılmıştır. Kazayı
vaktinden sonraya bırakmak ise, yerine getirilmesi gereken bir ibadeti sonraya
bırakmak gibidir. Hanefi mezhebinde, kaza için belli bir vakit gösterilmemiştir.
Buna dair ayet-i kerime kazayı herhangi bir vakitle sınırlandırmış
değildir.
135- Bir gayrimüslim Ramazan ayı içinde müslüman olduğu halde, geri
kalan günleri oruç tutmayacak olsa, bakılır: Eğer küfür diyarında İslam\'a
girmişse ve Ramazan ayı çıkıncaya kadar orucun farz olduğunu öğrenmemişse,
özürlü sayılır. İslama girdikten sonra geçirdiği günler için kaza etmesi
gerekmez. Fakat İslam yurdunda ihtida (islam dinini kabul) etmişse, her halde
kaza etmesi lazımdır. Çünkü İslam ilinde bu gibi cehalet özür sayılmaz.
136-
Çocuklar için oruç tutmak, namaz gibidir. Bunun için on yaşında bulunan bir
çocuğa oruç tutması emredilir. Tutmasa hafifçe dövülebilir. Bununla beraber
tutmazsa, kaza etmesi gerekmez. Bir de çocuğun oruca gücü yetmelidir. Oruçtan
zarar görecek olan çocuğa: "Oruç tut" diye emredilmez.
Keffareti Gerektirmeyen Oruçlar
137-
Ramazan orucundan başka hiç bir orucun bozulmasından dolayı bir ceza ve
geçmişteki kusuru düzeltme olarak iki ay oruç tutmak gerekmez. Çünkü Kur\'an\'ın
açık beyanı, yalnız tutulan Ramazan orucunun bozulması üzerine keffareti gerekli
kılmaktadır.
138- Ramazan orucunun bozulmasından dolayı keffaret gerekmesi
için, hem şekil ve hem de mana bakımından iftar (orucu bozan bir şey)
gerçekleşmelidir. Bu da, adet olarak gıdalanmak, tedavi olmak veya lezzetlenmek
kasdi ile yenip içilen şeylerden birini kendi isteğiyle ve kasden yutmakla veya
bir canlı kişiye kendi isteğiyle kasden iki yoldan biriyle cinsel ilişki
kurmakla meydana gelir. Bunda inzal olması şart değildir.
Bunun için gıda
sayılmayan, beden için elverişli olmayan, aslen murdar olup kendisinden
tiksinilen bir şeyin rıza ile ve kasden yenip içilmesinden veya bir ilacın
ağızdan başka bir yerden içeriye akıtılmasından dolayı keffaret gerekmez.
Yine, diri bir insana başka bir taraftan veya ölü insana normal yoldan, ölü
veya diri bir hayvana herhangi bir taraftan isteyerek yapılan ve inzal bulunan
temaslar da bu hükümdedir. Yalnız kazayı gerektirir. Dinde yasak ve haram olan
işleri yapmak da ayrıca azaba sebeb olur.
(Şafîîlere göre, ölü veya hayvan
hakkındaki cinsel ilişki keffareti gerektirir. Çünkü bu halde, oruca engel olan
bir temas bulur.)
139- Keffaret, oruç tutmamanın değil, orucu bozmanın bir
cezasıdır. Bunun için bir kimse, Ramazanda oruca asla niyet etmediği gibi, asla
iftar da etmeyip imsak etmiş bulunsa (oruç tutsa), üzerine yalnız kaza lazım
gelir.
Fakat İmam Züfer\'e göre, oruç için mutlak surette imsak yeterlidir.
Bunun için, niyet bulunmasa da, yalnız imsak yapılsa oruç tutulmuş olur. Artık
ne kaza, ne de keffaret lazım gelir. Bu durumda kasden yapılacak bir iftar hem
kazayı, hem de keffareti gerektirir.
Yine; Oruca asla niyet etmediği halde,
gündüzün kasden iftar edilse, yalnız kaza gerekir. Böyle bir yersiz davranıştan
dolayı, ayrıca sorumluluk doğar. Tevbe edip mağfiret dilemek gerekir. Fakat
keffaret gerekmez.
Yine, geceleyin niyet edilmeyip sabahleyin zevalden önce
(nehar-i şer\'înin yarısından önce) oruca niyet edilip de, ondan sonra kasden
iftar edilecek olsa, yine yalnız kaza gerekir, keffaret gerekmez. Bu İmamı
Azam\'a göredir, iki İmama göre (İmam Muhammed - İmam Ebû Yusuf), niyet
bulunmaksızın imsak edilse (oruç tutulsa) veya zevaldan sonra iftar edilse, kaza
lazım gelir, keffaret gerekmez. Fakat zevalden önce iftar edilse, hem kaza, hem
de keffaret gerekir, çünkü zevalden önce oruca niyet edilmesi mümkündür.
(İmam Malik\'e göre, bir özrü bulunmadığı halde iftar eden her mükellef
üzerine keffaret gerekir. İmam Şafiî\'ye göre, yalnız cinsel ilişkiden dolayı
keffaret gerekir ve bu iş tekrarlandıkça, keffaret de tekrarlanır. Çünkü
keffaretlerde ibadet manası daha yüksektir, ibadetlerde tedahül (birkaç
keffaretin bir sayılması) mümkün değildir.
140- Ramazanda oruca niyet etmiş
bir kimse için bilerek ve isteyerek yenilmesi ve içilmesi keffareti gerektiren
şeylerden bir kısmı şunlardır:
Ekmek, yemek, yağ, peynir, buğday, kavrulmuş
arpa, yağ ile yoğrulmuş darı otu, pişmiş veya çiğ et, su, kar, dolu, sebze
suları, karpuz, kavun, yaş ve kuru meyveler, yaş olup temiz bulunan karpuz
kabuğu, üzüm tanesi, taze küçük üzüm yaprağı, yenen diğer yapraklar, bitkiler,
safran, misk, kafur, herhangi bir ilaç, yenmesi adet halinde olan çamur,
kilermeni, gebenin canı isteyip yiyeceği çamur, bütün içkiler, tütün, nargile,
enfiye, emilen bir şekerin boğaza giden tadı.
Bunlarda, yenip içilmek
bakımından şeklen iftar bulunduğu gibi, bedenin yararına elverişli bulunmaları
veya bunlarla lezzetlenilmesi bakımından da mana yönünden iftar vardır.
141-
Kasden yutulacak bir taş, bir demir, bir kurşun, bir çekirdek, kuru kabuklu bir
fındık veya badem, orucu bozar. Kazayı gerektirirse de, keffaret icab etmez.
Çünkü bunlarda şeklen iftar varsa da, yenilmeleri adet edinilmediğinden mana
bakımından iftar yoktur.
Yine, yutulan bir kağıt parçası, bir pamuk, adi
çamur, bir toprak, kuru bir ot, bir saman parçası, yetişmemiş ayva, tanesi kuru
veya yaş kabuklu ceviz tanesi, kabuklu yumurta kazayı gerektirirse de, keffareti
gerektirmez. Çünkü adet bakımından bunlarla gıdalanılmaz ve bunlarda tedavi
kasdedilmez. Kuru fıstık ise, içi olduğu halde çiğnenirse, keffareti gerektirir.
Çiğnenmeden yutulursa, keffareti gerektirmez. Fıstığın başı yarılmış olsa da,
hüküm yine aynıdır.
142- Kuru pirinç, kuru darı, mercimek, fiğ de keffareti
gerektirmez. Çünkü bunlarla gıdalanmak adet değildir.
Buruna kaçan su veya
akıtılan ilaç da böyledir. Çünkü bunlarda, rıza ile yutup iftar yapmak yoktur.
Sadece bir yararlanma ise, yalnız kazayı gerektirir.
143- Başkasının
tükrüğünü, başkasının ağzından çıkmış olan lokmayı, kendi ağzından çıkıp da
biraz dışarda kalmış olan lokmayı alıp yutmak da yalnız kaza gerektirir,
keffaret gerekmez. Çünkü insan yaratılışı bakımından bunlardan tiksinir. Geçerli
sayılan rivayete göre, kan da böyledir. Fakat dostun tükrüğünü alıp yutmak,
Ramazan orucu için keffareti gerektirir. Çünkü bununla lezzetlenir. Afyon gibi
sarhoşluk veren kuru otlar da böyledir.
Sonuç: Keffaret, insanları bazı
işlerden engellemek içindir. Bu engelleme, yenip içilmesi adet olan ve yaratılış
gereği kendilerine meyil duyulan şeylere karşı uygulanır, insanlar yaratılışı
gereği tiksineceği şeylerden zaten kaçınacakları için bunlardan dolayı zorlamaya
gerek yoktur.
144- Yenilmesi adet halinde olan bir şeyi Ramazanda oruçlu iken
unutarak ağzına alan kimse, oruçlu olduğunu hatırlayınca hemen onu ağzından
çıkarıp atması gerekir. Fakat ağzındakini çıkarmayıp yutarsa, üzerine keffaret
gerekir. Ancak ağzından çıkarır da onu soğuduktan sonra yutacak olursa, yalnız
ona kaza gerekir. Çünkü böyle bir şeyi yutmak tiksinti veren bir şeydir.
145-
Bir kimse, fecir doğduğu halde, henüz doğmamıştır zannı ile sahur yemeğini yese
veya güneş batmamış olduğu halde, battı sanarak iftar etse, üzerine kaza
gerekir, keffaret lazım gelmez. Çünkü kasden iftar etmiş değildir.
146- Bir
kimse, Ramazanda zevcesine: "Bak, fecir doğmuş mu, doğmamış mı?" dedikten sonra,
kadın bakıp henüz doğmadığını haber vermesi üzerine, o kimse oruca aykırı bir
harekette bulunsa; fakat daha sonra fecrin doğmuş olduğu anlaşılsa, kendisine
yalnız kaza gerekir, keffaret gerekmez. Fakat kadın fecrin doğmuş olduğunu
bilerek böyle bir harekette bulunmuş ise, ona keffaret de lazım gelir.
147-
İki kimse güneşin battığına, iki kimse de güneşin henüz batmamış olduğuna
şahidlik ettiği halde iftar edilecek olsa ve sonradan güneşin batmamış olduğu
anlaşılsa, bundan dolayı ittifakla yalnız kaza gerekir. Keffaret
gerekmez.
148- İnsanların hukukunda iki kimsenin şahidliği isbata yeterli
olduğu gibi, oruç hakkında da böyle şahidlik ettikleri halde, bir kimse yemek
yeyip sonradan fecrin doğmuş olduğu anlaşılsa üzerine hem kaza, hem de keffaret
gerekir. Bunda ittifak vardır. Bu konuda bir şeyin yokluğuna şehadet (fecrin
doğmadığını söylemek) isbat hususundaki şehadete (fecrin doğmuş olmasına) karşı
çıkamaz.
Fakat bu hadisede böyle şehadet edenler birer kimse olsa, yalnız
kaza gerekir. Çünkü fecrin doğuşu hakkında bir kişinin şahidliği tam bir delil
değildir.
149- Unutarak bir şey yiyen veya fecir doğmuşken, henüz doğmamıştır
sanarak veya uyku halinde oruca aykırı bir harekette bulunan kimse, artık
orucunun bozulduğunu zannederek tekrar kasıdlı olarak yese, üzerine keffaret
gerekmez. Bu unutma ile orucunun bozulmayacağını bildiği halde iftar etse, İmamı
Azam\'a göre yine keffaret gerekmez. Sahih olan da budur. Çünkü bunda orucun
bozulma şüphesi vardır.
150- Kendisine içten kusuntu gelen veya ağzına su
verirken hata eseri boğazına su kaçan veya bir kadının güzelliğine bakan kimse,
bununla orucun bozulduğunu sanarak Ramazanda kasden iftar edecek olsa, üzerine
keffaret gerekmez. Fakat bununla orucun bozulmayacağını bildiği halde iftar
etse, keffaret de gerekir. Çünkü burada şüpheye yer yoktur.
151- Bir kimse
Ramazanda gündüzün misvak kullansa veya gıybet etse de bu yüzden orucun
bozulduğunu sanarak iftar etmekle üzerine keffaret gerekmez. Fakat bununla
orucun bozulmayacağını öğrenmiş ise, keffaret gerekir.
152- Ramazan günü
ihtilam olan kimse, orucunu bozsa bakılır: Eğer bu ihtilamla orucunun bozulmuş
olduğunu zannetmiş ise, üzerine keffaret gerekmez. Fakat bununla orucun
bozulmayacağını biliyordu ise, keffaret gerekir.
153- Ramazan ayında oruçlu
olduğunu unutarak cinsel ilişkide bulunan kimse, oruçlu olduğunu hatırlar
hatırlamaz, kendini geri çekse, orucu bozulmuş olmaz. Sonradan inzal zarar
vermez. Bu, bir ihtilam gibi olmuş olur. Fakat hiç hareket etmeksizin inzal
oluncaya kadar duracak olsa, kendisine yalnız kaza gerekir. Fakat kendisini
tahrik ettiği takdirde, keffaret gerekir. Çünkü bu durumda cinayet tamamlanmış
olur. Kendini geri alıp tekrar münasebette bulunmak da, böyle keffareti
gerektirir. Böyle bir ilişkinin ikinci fecir zamanına raslaması halinde de hüküm
aynen geçerlidir.
154- Bir kadın oruca niyet ettikten sonra uyuduğu veya
geçici olarak cinnet getirdiği halde, kocası onunla ilişki kursa, orucu bozulur,
üzerine yalnız kaza gerekir, keffaret icab etmez.
155- Ramazan günü nefsini
bir çocuğa veya bir mecnuna teslim edip cinsel ilişki kuran oruçlu bir kadın
hakkında ittifakla keffaret gerekir.
156- Ramazan günü zor kullanmak
suretiyle yapılan cinsel ilişkiden dolayı, bu işe zorlanan kimseye yalnız kaza
gerekir, keffaret gerekmez.
Zor kullanmak, can almak, bir azayı (organı)
kesmek veya bunlardan birine sebebiyet verecek şekilde dövmekle yapılan
zorlamadır. Yalnız üzüntü ve acı verecek derecede olan dövmek veya yalnız
hapsetmek suretiyle yapılan bir zorlamadan dolayı orucu bozmak keffareti
düşürmez.
157- Bir yolcu zevaldan önce memleketine (ikamet vatanına) dönmekle
bir şey yememiş olduğu halde oruca niyet edip ondan sonra kasden orucunu bozacak
olsa, üzerine keffaret gerekmez.
Zevalden önce iyileşip kendine gelen bir
mecnun niyet etmişken, sonra orucunu bozarsa, ona da keffaret gerekmez.
158-
Orucunu bozan kimseye, o gün oruç tutmamasını mubah kılacak bir hal gelirse,
ondan keffaret düşer.
Misal: Sağlıklı bir kimse, Ramazanda oruca niyet
etmişken, gündüzün orucunu bozsa da aynı günde bayılsa veya bir kadın adet
görmeğe başlasa yahut oruç tutamayacak bir halde hastalansa, üzerine yalnız kaza
gerekir, keffaret gerekmez. Doğru olan görüş budur. Bunlar birer semavi özürdür.
Fakat böyle bir kimse, kendini yaralayıp da oruç tutamaz hale gelse, sahih
olan görüşe göre, üzerinden keffaret düşmez. Çünkü bu duruma düşmeye kendisi
sebeb olmuştur.
Yine, orucu açtıktan sonra isteyerek veya zorlanarak
yolculuğa çıksa, yine keffaret düşmez. Çünkü yolculuk semavî bir özür değildir.
Sefere (yolculuğa) çıktıktan sonra orucu bozmak ise, yalnız kazayı
gerektirir. Çünkü o gün aslen oruç tutmakla mükellef değildi.
159- Ramazanda
oruçlu olarak yolculuğa başlamış bir kimse, unutmuş olduğu bir şeyi almak için
evine dönüp de bir şey yedikten sonra tekrar yola çıksa, üzerine keffaret
gerekir. Çünkü evine dönmekle yolculuktan çıkmış olduğundan yemek yediği sırada
mukim sayılmıştır. Fakat beldenin evlerini geçtikten sonra bir şey yeyip de,
ondan sonra evine dönüp yine bir şey yiyecek olsa, üzerine keffaret gerekmez.
Böyle yedikten sonra yolculuktan tamamen vazgeçmiş olsa da yine keffaret
gerekmez. Çünkü bu yemesi bir ruhsat (izin) haline rasgelmiştir.
(Zahirîye
mezhebine göre, yolculuk halinde oruç tutmak nassa (Kur\'anın hükmüne) aykırı
olacağından aslen caiz değildir. Diğer mezheblere göre, yolcu serbesttir,
dilerse orucunu tutar, dilerse tutmaz. Sonradan kaza eder. Öyle ki, kendisine
zarar vermezse, orucunu tutması bizce daha iyidir.