NAMAZ --- 1. BÖLÜM
Namazın Önemi ve Fazileti
1- Bilindiği gibi
Yüce Allah\'ı tevhid (bir kabul etmek), Onun eşsiz varlığını bilip tasdik etmek,
farz olan en büyük bir görevdir. Bundan sonra farzların en büyüğü ve en önemlisi
namazdır. Namaz, imanın alametidir, kalbin nurudur, ruhun kuvvetidir, mü\'minin
miracıdır. Mü\'min bu namaz sayesinde Yüce Allah\'ın manevî huzuruna yükselir.
Yüce Allah\'a yalvararak manevî yakınlığa erer. Mü\'min için ne yüksek bir
şeref!..
Bütün hak dinler, insanlara namaz kılmalarını emretmişlerdir. Bizim
sevgili Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz de, peygamber
olarak gönderilişlerinden itibaren namaz kılmakla yükümlü olmuştur. Ancak o
zaman, güneşin doğuşundan ve batışından sonra olmak üzere günde iki defa namaz
kılınıyordu. Sonra Miraç gecesinde beş vakit namaz farz olmuştur. Hazreti
Peygamber\'in miracı ise, sahih kabul edilen rivayete göre, Medine\'ye
hicretlerinden on sekiz ay önce Receb ayının yirmiyedinci gecesinde
olmuştur.
2- Kur\'an-ı Kerîm\'de ve hadîs-i şeriflerde namaza dair birçok
emirler ve öğütler vardır. Bütün bunlar, İslam dininde namaza ne kadar büyük
önem verildiğini gösterir. Bir ayet-i kerîmenin anlamı şöyledir:
"Ey Resulüm!
Sana vahy olunan Kur\'an ayetlerini güzelce oku ve namazı gereği üzere kıl.
Gerçekten namaz, edeb ve namusa uygun olmayan şeylerden, çirkin görülen işlerden
alıkor. Her halde Yüce Allah\'ı zikretmek, her ibadetten daha büyüktür. Yüce
Allah bütün yaptıklarınızı bilir."
Namaz ibadeti ise, en büyük
zikirdir.
Diğer bir ayet-i kerîmenin anlamı şöyledir:
"Namazı gereği üzere
yerine getiriniz, zekatı yeriniz. Nefisleriniz için hayır olarak önceden ne
gönderirseniz, onu Yüce Allah yanında (sevab olarak) bulursunuz; asla kaybolmaz.
Muhakkak ki, Allah yaptıklarınızı görür."
Bir hadîs-i şerîfde:
"Namaz
dinin direğidir." buyurulmuştur.
Diğer bir hadîs-i şerîfin anlamı şöyle:
"Namaz, kişinin kalbinde bir nurdur; artık sizden içini aydınlatmak dileyen,
kalbindeki nurunu artırmaya çalışsın."
İşte bütün bu mübarek ayetlerle
hadîs-i şerifler, namazın Yüce Allah yanında ne kadar büyük ve makbul bir ibadet
olduğunu göstermeye yeterlidir.
3- Gerçek şu ki, namaz çok mukaddes bir
ibadettir. Namazın faziletlerine nihayet yoktur. Namaz, aklı yerinde olan ve
büluğ çağına ermiş bulunan her müslüman için belli vakitlerde yapılması gereken
şerefi yüksek farz bir görevdir. Bu önemli farzı yerine getirenler, Yüce
Allah\'ın pek büyük ikram ve ihsanlarına kavuşacaklardır. Bunu kasden terk
edenler de, azabı çok şiddetli olan Allah\'ın acıklı cezasını
çekeceklerdir.
Müslümanlar, henüz yedi yaşına girmiş çocuklarını namaza
alıştırmakla görevlidirler. Bu çocuklara ana-babaları ve yetiştiricileri namaz
kılmalarını öğretir ve yaptırırlar. On yaşına bastığı halde namaz kılmayan
çocuğa velisi, üç tokattan ziyade olmamak üzere, hafifçe el ile vurur.
4-
İnsan bir düşünmeli, her an Yüce Allah\'ın sayısız nimet ve ihsanlarına
kavuşmaktadır. Öyle ikramı bol, merhameti geniş olan yaratıcımızın tükenmeyen
lütuflarına karşı teşekkürde bulunmak gerekmez mi?
İşte insan, namaz yolu ile
şükür borcunu ödemeye, yaratıcısının lütuf ve nimetlerini tatlı bir dil ile
anarak kulluk görevini yerine getirmeye çalışmış olur. Bu bakımdan: "Namaz,
şükrün bütün çeşitlerini bir araya toplar." denilmiştir.
Bununla beraber
namaz ruhu temizleyen, kalbi aydınlatan, imanı yüksek duygulardan haberdar eden,
insanı kötülüklerden alıkoyan, insanı hayırlara, düşünceye, tevazu ve intizama
götüren en güzel bir ibadettir.
İnsan namaz sayesinde nice günahlardan
kurtulur ve Yüce Allah\'ın nice ihsan ve ikramlarına kavuşur.
Namaz, manevî
hayattan başka maddî hayata da canlılık verir. İnsanın temizliğine, sağlığına ve
intizamla hareket etmesine sebeb olur.
5- Sonuç: Namazın meşru kılınmasındaki
hikmetler ve yararlar her türlü düşüncenin üstündedir. Fakat bir müslüman
namazını yalnız Yüce Allah\'ın rızası için kılar, yalnız yaratıcısına şükür ve
saygı için kılar. Namazın insana yararı olmadığı düşünülse dahi, yine bunu bir
kul görevi bilerek sadece Allah\'ın emrine uymak için yerine getirmeye çalışır.
Bu kutsal görevin yerini hiç bir şeyin tutamayacağını kesinlikle bilir. Namaza
harcayacağı dakikaları, hayatının en mutlu ve neş\'eli zamanı olarak kabul
eder.
Doğrusu, geçici hayatın son bulmayacak birçok kazançları ancak namaz
sayesinde elde edilir. Namaza ayrılan saatler, sonsuzluk aleminin tükenmez
mutluluk günlerini hazırlamış olur.
Bu çok mübarek ve pek feyizli ibadete
gereği üzere devam edenlere müjdeler olsun!..
Namazla İlgili Bazı Deyimler
6- Salât:
Namaz demektir. Çoğulu "Salâvat"dır. Salât, sözlükte dua manasındadır. Din
deyiminde, bildiğimiz ibadetten, erkân ve zikirlerden ibarettir. Namaz kılana,
"Müsalli" denir.
Bir de "Salât", Peygamber efendimize şu şekilde yapılan dua
manasına da gelir: "Allahümme salli ve selim alâ seyyidina Muhammedin ve alâ ali
seyyidina Muhammed = Allah\'ım! Efendimiz Muhammed\'e ve onun ailesine selamet ve
rahmet ihsan buyur." Bu salat ve selamdan maksad, Peygamber efendimizin hem
dünyada, hem de ahirette her türlü ikrama kavuşmasını istemekten ve bu vesile
ile kendisine olan bağlılığımızı ve saygımızı göstermekten ibarettir.
7-
Tekbir: "Allahü Ekber" demektir.
8- Kıyam: Ayakta durmaktır.
9- Kıraat:
Kur\'an-ı Kerîm\'den bir mikdar okumak demektir.
10- Rükû: Sözlükte eğilmek
demektir. Din deyiminde, namazdaki okuyuştan sonra eğilerek baş ve sırtı düz bir
şekle getirmektir.
11- Kaveme: Rükû halinden doğrulup da bir defa "Sübhane
Rabbiyel\'azim" diyecek kadar ayakta durmaktır.
12- Secde: Namaz kılarken yere
eğilerek yüzün bir kısmını, Yüce Allah\'a saygı için yere koymaktır. Arka arkaya
yapılan iki secdeye "Secdeteyn" denir. "Sücûd" sözü de secde etmek ve secdeler
manasına gelir.
13- Celse: İki secde arasında bir defa "Sübhane
Rabbiyel\'azim" diyecek kadar oturmaktır.
14- Ka\'de: Namazda teşehhüd için,
"Ettehiyyatü lillâhi"yi okumak için oturmaktır. Bir namazda iki defa oturulursa,
birinci oturuşta "Kade-i Ûlâ = İlk otururş", ikincisine de: "Kade-i Ahire = son
oturuş" denir.
15- Rek\'at: Namazın bölüklerinden her biri demektir. Şöyle ki:
Bir namazda kıyam, rükû ve iki secdenin toplamı bir rekattır. Bir namazda iki
kıyam, iki rükû ve dört secde bulunursa, o namaz iki rekatlı olur. Üç veya dört
kıyam bulunursa, o namaz üç veya dört rekatlı olur.
16- Şef: Çift manasında
olup namazların her iki rekâtına denir. Dört rekâtlı bir namazın önceki iki
rekatına "birinci şef" son iki rekatına da "ikinci şef" denir. Üç rekatlı bir
namazın üçüncü rekatı da, "ikinci şef" demektir.
Namazların Nevileri ve Rekâtları
17-
Namazlar, farz, vacib, sünnet ve müstahab nevilerine ayrılır. Şöyle ki: Aklı
yerinde olan ve büluğ çağına eren her müslümanın günde beş defa belli vakitlerde
belli rekâtlarla kılacağı namazlar, birer farzı ayndır. Cuma namazı da bu
kısımdandır. Vitir ve bayram namazları birer vacibdir. Farz namazlardan önce
veya sonra yahut hem önce, hem de sonra kılınan bir kısım namazlar birer
sünnettir. Teravih namazı da böyledir. Diğer vakitlerde sadece Allah\'ın rızası
için kılınan ve nafile (tatavvu) denilen bir kısım namazlar da, ya birer sünnet
veya müstahabdır. Kuşluk namazı gibi.
Bütün bu namazların sahih olması için
birtakım şartları ve rükünleri vardır. Bunların yerine getirilmesi de birer
farzdır. Bunlar namazların farzlarını teşkil eder. Bunlardan başka, namazların
birtakım vacibleri, sünnetleri ve edebleri de vardır.
Namazların bir takım
mekruhları ve müfsidleri de vardır. Her namazın bunlardan beri olması lazımdır.
Bunun için her müslümanın bunları bilip ona göre din görevini yerine getirmesi
gerekir.
18- Namazların rekâtlarına gelince: Sabah namazının iki rekât
sünneti ve iki rekât farzı vardır.
Öğle namazının dört rekât ilk sünneti,
dört rekât farzı ve iki rekât son sünneti vardır.
İkindi namazının dört rekât
önce kılınan sünneti ve dört rekât farzı vardır.
Akşam namazının üç rekât
farzı ve sonra kılınan iki rekât sünneti vardır.
Yatsı namazının dört rekât
ilk sünneti, dört rekât farzı ve iki rekât son sünneti vardır.
Cuma namazının
dört rekât ilk sünneti, iki rekât farzı, dört rekât son sünneti, iki rekât da
"vaktin sünneti" adıyla diğer bir sünneti vardır.
Vitir namazı ise, üç
rekâttan ibarettir. Bayram namazları ikişer rekâttır.
Teravih namazı yirmi
rekâttır. Diğer nafile namazlar da, en az ikişer rekâttır. Bütün bunlar sırası
ile açıklanacaktır.
Namazların Farzları, Şartları,
Rükünleri
19- Namazların farzları on ikidir. Bunlardan altısı, daha
namaza başlamadan önce yapılması gereken farzlardır ki, şunlardır:
1)
Hadesten taharet,
2) Necasetten taharet,
3) Setr-i avret,
4) Kıbleye
yönelmek,
5) Vakit,
6) Niyet.
Diğer altısı da, namazın başlangıcından
itibaren bulunması gereken farzlardır ve şunlardır:
1) İftitah (namaza girme)
tekbiri,
2) Kıyam,
3) Kıraat,
4) Rükû,
5) Sücud,
6) Kaide-i ahire
(son oturuş).
Bunlara da "Namazın rükünleri" denir. Bunlar namazın aslını ve
temelini teşkil ederler.
20- Yukarda sayılan on iki farzdan başka, namazda
"Tadil-i Erkan"a riayet edilmesi, İmam Ebû Yusuf ile üç İmama göre, farz olduğu
gibi, namazlardan kendi iradesi ile çıkmak da İmam Azam\'a göre bir farzdır. Buna
"Huruç bisun\'ihi = Kendi isteği ile çıkmak" denir. Bunlarla namazın rükünleri
sekiz olmuş olur. Bunlar da sırası ile açıklanacaktır.
Hadesten ve Necasetten Taharet
21- Namazdan
önce hadesten ve necasetten taharet birer şarttır. Bunlar bulunmadıkça namaz
sahih olmaz. Hükmî necaset denilen hadesten, abdesti veya guslü gerektiren
hallerden temiz bulunmak gerektiği gibi, hakikî necaset denilip maddeten pis
bulunan şeylerden temiz bulunmak da gerekir. Öyle ki, namaz kılacak kimsenin
bedeni ile elbisesi ve namaz kılacağı yer temiz olacaktır. Bu iki şartla ilgili
ikinci kitabın (93 ve 95.) meselelerine bakılsın.
Setr-i Avret (Ayıp Yerleri Örtmek)
22-
Namazda avret yerini örtmek bir şarttır. Şöyle ki: Namazda örtülmesi farz olan
ve başkalarının bakmaları caiz bulunmayan organlara "Avret yeri" denir.
Erkeklerin avret sayılan yerleri, göbekleri altından dizleri altına kadar olan
yerdir. Diz kapakları da bu avret sayılan yere girer.
Kadınlara gelince: Hür
olan kadınların yüzleri ile ellerinden başka, bütün bedenleri avrettir. Yüzleri
ile elleri, namazda ve namaz dışında, fitne korkusu olmadıkça avret değildir.
Ayaklarının avret olup olmaması ihtilaflıdır. Sahih kabul edilen görüşe göre,
kadınların ayakları da avret değildir. Çünkü bunlarla yolda yürümek ihtiyacı
vardır. Bu bakımdan bunları örtmek, hele fakirler için, zordur.
Diğer bir
görüşe göre, hür olan bir kadının namazı, ayağının dörtte biri açık bulunması
ile bozulur. Diğer bir görüşe göre de, namazda kadının ayakları avret sayılmazsa
da, namaz dışında avret yeri sayılır. Bu ihtilaftan kurtulmak için ayaklarını
örtmeleri iyi olur. Sahih olan görüşe göre, hür kadınların kolları, kulakları ve
salıverilmiş saçları da avrettir.
23- Cariyeler (köle olan kadınlar) için
avret yeri, erkekler gibi, göbekleri altından dizleri altına kadar olan kısımla
karın ve sırtlarıdır. Hür kadınların şeref ve durumları bakımından örtmek
zorunda bulundukları organları daha çoktur. Köleler ise, hürriyet şerefinden
yoksun ve efendilerinin hizmeti ile meşgul oldukları için, bunlara daha fazla
genişlik gösterilmiştir.
24- Avret sayılan yerlerden birinin tamamı veya
dörtte biri kadarı açık bulunsa, namazı bozar; fakat dörtte birinden noksanı
açık bulunsa, bozmaz. İmam Ebû Yusuf\'a göre, avret sayılan bir uzvun en az
yarısı açık bulunmadıkça namazı bozmaz.
Örnek: Namazda baldırın dörtte
birinden noksanı açık bulunsa namaz bozulmaz. Yine bazı alimlere göre, but ile
diz kapağı bir uzuv sayılır. Yalnız diz kapağının açık bulunması ile namaz
bozulmaz; çünkü diz kapağı, bir organın dörtte birinden azdır.
25- Bir uzvun
namazı bozma bakımından avret olması, başkalarına göredir; sahibine göre
değildir. Başkaları tarafından görülemeyecek bir halde bulunması yeterlidir.
Bunun için bir kimse namaz kılarken geniş bulunan elbisenin yakasından avret
yerini görecek olsa, başkaları göremeyeceği için, namazı bozulmaz. Fakat
başkaları görebilecek bir durum olsa namaz bozulur.
26- Bir kimse namaz
kılarken, elinde olmayarak açılan bir avret yerini hemen kapayacak olsa, namazı
bozulmuş olmaz. Fakat kıyam veya rükû gibi bir rüknü yerine getirecek kadar bir
zaman örtmezse, sahih olan görüşe göre namaz bozulur. Namaz içinde elbiseye
sıçrayan bir pisliği hemen atmak veya bekletmekte de aynen bu hüküm uygulanır.
Fakat bu gibi namaza engel işler, insanın kendi iradesi ile yapılırsa, namaz
hemen bozulur.
Muhtelif avret yerlerinin birer parçası açılıp da bunların
toplamı, en küçük avret organının en az dörtte birine eşit olursa ve açıklık
müddeti de bir rüknü yerine getirecek bir zaman devam ederse, namaz bozulur;
değilse bozulmaz.
27- Bir kimsenin temiz elbisesi olup da, onu giymeye gücü
bulunduğu halde onu giymeyerek gece karanlığında çıplak olarak namaz kılmış
olsa, ittifakla namazı caiz olmaz.
28- Derinin rengini gösterecek şekilde
ince olan bir elbise ile avret yeri örtülmüş sayılmaz. Bunun için böyle bir
elbise ile namaz sahih olmaz. Elbisenin darlığından dolayı avret yerinin belli
olması, kötü bir hal ise de, namazın sıhhatine engel olmaz.
29- Elbise
bulacağını ümit eden çıplak bir kimse, vaktin çıkmasından korkmadıkça, bekler.
Temiz yer bulacağını ümit eden kimse de, böyle yapar.
30- Avret yerini
örtecek bir şey bulamayan kimse, oturarak ve ayaklarını kıbleye doğru uzatarak
imâ (işaret) ile namaz kılar. Onun için en iyi kılış şekli budur; çünkü bu
vaziyette örtünme haline daha çok bürünmüş olur. Avret yerinin bir kısmını
örtecek bir şey bulununca, onu kullanma vacib olur. Bu durumda önce avret-i
galize denilen ön ve arka taraflar örtülür. Sonra erkeklerde butlar, daha sonra
dizler örtülür. Kadınlarda butlardan sonra karınlar, sonra sırtlar ve dizler,
daha sonra da geri kalan kısımlar örtülür.
Bütün bunlar, namazın her halde
yerine getirilmesini ve dinde çok önemli bir farz olduğunu göstermektedir.
Kıbleye Yönelmek
31- Namazda Kabe\'ye doğru
yönelmek de bir şarttır. Bilindiği gibi Kabe, Mekke şehrindeki bir binadan
ibaret değil, asıl olan bu binanın yeridir. Bu mübarek yerin göklere doğru üst
tarafı ve derinliklere doğru alt tarafı hep kıble yönüdür. Bunun için Kabe\'nin
yanında veya içinde bulunanlar, Kabe\'nin herhangi bir tarafına yönelerek namaz
kılabilirler. Cemaatle namaz kıldıkları zaman da, imam ile cemaatin bir tarafta
bulunması gerekmez. İmam Kabe\'nin bir yönüne, cemaat da diğer yönlerine
yönelerek namaz kılabilirler. Yeter ki imamın bulunduğu tarafta duran cemaat,
imamdan daha ileride bulunmuş olmasın. Diğer yönlerdeki cemaatin, imamdan
Kabe\'ye daha yakın bulunmaları, imama uymalanna engel olmaz. İmam ile yüz yüze
gelmemeleri kafidir.
Kabe dışında uzakta bulunanların tam kıbleye yönelik
olarak namaz kılmaları farz değildir; Kabe tarafına yönelmeleri yeterlidir. Bu
kadarı farzdır.
32- Kabe yönü, pusula aleti ile tayin edilir. Mescidlerin ve
camilerin mihrabları Kabe yönünü gösterir. Öncekilerden kalma eski bir mihrab
varsa, Kabe yönünü araştırmaya gerek kalmaz; çünkü bu mihrablar usulüne uygun
olarak yapılmıştır.
Doğu ülkelerinde bulunanların kıblesi, batı yönü
olur.
33- Namaz için kıbleye yönelince, "döndüm kıbleye" denilmesi gerekmez.
Yeter ki kıblenin Kabe olduğu bilinsin. Zayıf bir görüşe göre de, döndüm kıbleye
denmesi gerekir.
34- Bir kimse namazda iken bir özür bulunmaksızın göğsünü
kıbleden çevirse, namazı ittifakla bozulur. Sadece yüzünü çevirse, hemen kıbleye
dönmesi gerekir; bununla namazı bozulmaz. Fakat harama yakın bir kerahet işlemiş
olur.
35- Bir kimse hasta olup da kıble tarafına dönemediği ve kendisini
kıble tarafına çevirecek kimse bulunmadığı zaman gücü yettiği tarafa doğru
namazını kılar. Yine hasta olmadığı halde, bir düşman veya bir yırtıcı hayvan
korkusundan dolayı kıbleye yönelemeyen kimse, gücü yettiği tarafa doğru namazını
kılar; çünkü yükümlülük güce göre olur.
36- Yerin çamurundan dolayı hayvan
üzerinde namaz kılan kimse, arkadaşlarından ayrılmak korkusu bulunmayınca,
hayvanını durdurup kıbleye dönerek namazını kılar. Fakat yer çamurlu olmayıp da
yalnız ıslanmış bulunsa, hayvan üzerinde farz namaz kılınamaz, yere inilmesi
gerekir. Ancak arkadaşlarından uzak kalmak gibi bir tehlike bulunursa, hayvan
üzerinde farz namazı kılabilir.
37- Bir kimse, bir özür sebebiyle farz olan
bir namazı yere inmeden hayvan üzerinde kıldığı zaman, gücü yettiği tarafa
yönelerek namaz kılabilir. Fakat kıbleye doğru yürümekte olan bir hayvan
üzerindeki insanın namazı, o hayvanın kıble yönünden bir rükün yerine
getirilecek kadar dönmesi ile bozulur.
38- Kıble yönünü bilmeyen ve yanında
soracak bir adam bulamayan kimse, araştırma yapar. Bazı işaretlere, güneşe ve
yıldızlara bakarak kıble yönünü araştırır da kanaat getirdiği tarafa doğru
namazını kılar. Namazını tamamladıktan sonra kıble yönünü belirlemede hata
ettiğini anlarsa, artık o namazı iade etmez. Fakat namaz içinde iken kıble
yönünü bilecek olsa, o tarafa dönerek namazını tamamlar; yeniden kılması
gerekmez. Kıble yönü üzerindeki şüphe, ister şehir içinde, ister kırda, ister
karanlık gecede ve gündüz vaktinde olsun, durum aynıdır. Böyle bir kimsenin
kapıları çalıp kıbleyi sorması gerekmez.
39- Bir kimse kıble yönünden
şüphelense ve yanında kıbleyi bilen bir adam olduğu halde ondan sormayarak kendi
araştırmasına göre bir tarafa yönelerek namaz kılsa, eğer gerçekten isabet
etmişse namazı sahih olur; fakat isabet etmemişse namazı sahih olmaz. Gözleri
görmeyenin durumu da böyledir. Kıble konusunda güvenilir bir kimsenin sözü,
insanın kendi kanaatine uymasa bile, onu tutmak gerekir. Çünkü haber verme,
araştırmadan daha kuvvetlidir.
40- Kıble yönünden şüphe eden kimse, araştırma
yapmaksızın bir tarafa doğru namaz kılmaya başladıktan sonra namaz içinde
kıbleye isabet ettiğini anlarsa, namazını iade eder. Tam bir inançla kılacağı
geri kalmış rekatları, şüphe ile kılmaya başladığı rekatlar üzerine bina edemez;
çünkü kuvvetli, zayıf üzerine bina edilmez. Fakat namazını bitirdikten sonra
isabetini anlarsa, namazı iade gerekmez; çünkü rekatların hepsi aynı bir halde
kılınmış olur.
İmam Ebû Yusuf a göre, her iki halde de iade gerekmez.
41-
Kıble yönünden şüpheye düşen kimse, araştırma yaptığı halde "kanaatına aykırı"
bir tarafa yönelerek namazını kılsa sahih olmaz. Bu durumda kıbleye isabet etmiş
bile olsa, namazını iade etmesi gerekir.
İmam Ebû Yusuf\'a göre, kıbleye
isabet etmişse, namazı iade etmek gerekmez.
42- Kıble yönü üzerinde ihtilafa
düşen kimseler, yalnız başına olarak namazlarını kılarlar. İmama uydukları
takdirde, imamın kanaatına aykın bulunanların namazı sahih olmaz.
43- Bir
gemi içinde namaz kılan kimse gücü yetiyorsa kıbleye doğru kılar; istediği
tarafa doğru kılamaz. Gemi her döndükçe, onun da kıbleye doğru dönmesi
gerekir.
44- Bir kimse abdestsiz olduğunu sanarak kılmakta olduğu namazdan
ayrıldıktan sonra, mescitten çıkmamış olsa bile, abdestli olduğunu hatırlamış
olsa, namazı bozulmuş olur. Fakat bir kimse mescitte namaz kılarken kendisinde
abdestsizlik hali olduğunu sanarak kıbleden ayrılsa da, mescidden çıkmadan önce
kendisinde abdestsizlik hali olmadığını anlasa, İmam Azam\'a göre namazı bozulmuş
olmaz; mescidden çıktıktan sonra anlarsa, ittifakla namazı bozulur, çünkü bir
özür bulunmaksızın yerin değişmesi namazı hükümsüz kılar.
45- Nafile
namazlara gelince: Bir kimse, nafile bir namazı şehir dışında, bir özür
olmaksızın hayvan üzerinde istediği yöne doğru kılabilir. İmam Ebû Yusuf\'a göre,
şehir içinde de bu şekilde nafile namaz kerahetsiz kılınabilir. İmam Muhammed\'e
göre ise, şehir dahilinde böyle nafile namaz kılmak kerahetle caizdir.
Şehir
dışından maksad, sefer hükmünün başlamasıyla namazın iki rekat olarak
kılınabileceği yer demektir. (Misafir bölümüne bakılsın.)
46- Bir kimse,
kıbleden başka bir tarafa yönelik olarak, bir rekat namaz kılmış olan bir körü,
kıble yönüne çevirip de ona uyacak olsa, bakılır; Eğer kör, kıbleyi soracak bir
kimse bulunduğu halde sormadan namaza başlamış ise, ikisininde namazı sahih
olmaz. Eğer soracak adam yok ise, körün namazı sahih olur, ona uyan adamınki
sahih olmaz.
Müslümanların, namazlarını kılarlarken en eski ve en mukaddes
mabed olan Kabe\'ye yönelmeleri, aralarındaki birliği canlandırmak, düzeni
sağlamak ve gönüllerini müşterek bir ibadet duygusu ile ferahlandırmak, ibadet
nuru ile aydınlatmak gibi hikmetlere dayanmaktadır.
Namaz Vakitleri
47- Farz namazlarla
bunların sünnetleri için, vitir namazı, teravih namazı, cuma ve bayram namazları
için vakit de bir şarttır. Şöyle ki: Farz namazlar, sabah, öğle, ikindi, akşam
ve yatsı namazlarından ibarettir. Cuma namazı da öğle vakti içinde yerine
getirilir. Bu namazların vakitlerini bilmek farz olan bir görevdir. Vakti henüz
girmeden kılınan bir namaz geçerli değildir, vakti içinde yeniden kılınması
gerekir. Vakti çıktıktan sonra kılınacak bir farz namaz ise, eda değil, kaza
edilmiş olur. Kaza ise, her yönü ile edanın yerini tutmaz. Bir namazın özür
olmaksızın kazaya bırakılması, Yüce Allah yanında büyük sorumluluk gerektirir.
Sünnet namazlarla, cuma ve bayram namazları, vakitleri çıkınca kaza
edilmezler.
48- Sabah namazının vakti, ikinci fecrin doğuşundan güneşin
doğuşuna kadar olan namazdır. İkinci fecir, sabaha karşı doğu tarafın ufkundan
yayılmaya başlayan bir aydınlıktan ibarettir. Bununla sabah vakti gerçek olarak
girmiş olur. Bunun için buna "Fecr-i Sâdık" denir. Bunun karşılığı, birinci
fecirdir ki, gökte iki tarafı karanlık dörtgen bir çizgi şeklinde beliren bir
beyazlıktır. Bu az sonra kaybolur. Arkasından bir karanlık gelir. Bundan sonra
ikinci fecir meydana gelir. Bu birinci fecre, sabahın gerçekten girdiğini
göstermediğinden ve yalancı bir aydınlık olduğundan, Fecr-i Kâzib (yalancı
fecir) adı verilmiştir. Bu fecir gece hükmündedir. Onun için bu vakitle ne yatsı
vakti çıkmış, ne de sabah vakti girmiş olur. Öyle ki, bu vakit içinde yiyip
içmek de, oruç tutan kimseye haram olmaz.
49- Sabah namazını ortalık açılıp
ağardığı zaman kılmak müstahabdır ve daha faziletlidir. Buna "İsfar" denir.
Şöyle ki: İkinci fecrin aydınlığı tam meydana çıkıp da gecenin karanlığının
açılacağı zamandır ki, atılan bir okun nereye düştüğünü atıcının görebileceği
bir vakte kadar sabah namazı geciktirilmelidir. Aynı zamanda, kılınan bir sabah
namazının fesadı halinde, o namazı güneş doğmadan önce sünneti ile kılabilecek
bir zaman da kalmalıdır. Yalnız kurban bayramının ilk gününde Müzdelife\'de
bulunacak hacılar, için, o günün sabah namazını hemen fecrin arkasından daha
ortalık karanlık iken kılmak daha faziletlidir. Buna "Tağlis" denilmektedir. Üç
imama göre, her zaman tağlis daha faziletlidir.
50- Öğle namazının vakti,
güneşin tam tepe noktasına geldikten sonra batıya doğru meyletmesi ile başlar.
Güneşin tam tepeden batıya meyletmesi anına "Fey-i Zeval" denir. Bu halde
bulunan gölgeden başka, her şeyin gölgesinin iki misline çıktığı zamana kadar
öğle vakti devam eder. Öğlenin bu son vaktine "asr-ı sani" derler. Bu, İmam
Azam\'a göredir. İmam Ebû Yusuf ve İmam Muhammed ile diğer üç imama göre, Fey-i
zevalden başka her şeyin gölgesi, kendisinin bir misline ulaşınca öğle namazının
vakti çıkmış ve ikindi namazının vakti girmiş olur. Bu zamana da "Asr-ı evvel"
denir. Bu ihtilaftan kurtulmak için, daha önce tarif edilen asr-ı saniye kadar
geciktirmemelidir. İkindi namazını da asr-ı sanide kılmalıdır.
Cuma namazının
vakti, aynen öğle namazının vaktidir. (*)
51- İkindi namazının vakti, yukarda
açıklanan iki görüşe göre, öğle namazının vaktinin çıkışından güneşin batışına
kadar olan zamandır. Yazın öğle namazını biraz serinlik çıkıncaya kadar
geciktirmek, kışın da ilk vaktinde kılmak müstahabdır. İkindi namazını da
güneşin renginin henüz değişmeyeceği bir vakte kadar geciktirmek daima
müstahabdır. Güneşin bu değişmesinden maksad, güneşin gözleri kamaştırmayacak
bir duruma gelmesidir.
52- Akşam namazının vakti, güneşin batmasından
başlayıp şafağın kaybolmasına kadar devam eden zamandır.
Şafak, İmam Azam\'a
göre, akşamleyin ufuktaki kızartıdan sonra meydana gelen beyazlıktır. İmam Ebû
Yusuf ile İmam Muhammed ve diğer üç imama göre ve İmam Azam\'dan diğer bir
rivayete göre şafak, ufukta meydana gelen kızartıdır. Bu kızartı gidince akşam
namazının vakti çıkmış olur.
Akşam namazını ilk vaktinde kılmak müstahabdır.
Akşam namazının vakti dar olduğundan onu geciktirmek uygun olmaz. Bu namazı
kızartının kaybolmasına kadar geciktirmemelidir.
53- Yatsı namazının vakti,
yukarda açıklanan iki görüşe göre, şafağın kaybolmasından başlayıp ikinci fecrin
doğuşuna kadar devam eder. Fecir doğunca yatsı vakti bitmiş olur.
Yatsı
namazını gecenin üçte birine kadar geciktirmek müstahabdır. Gecenin yarısına
kadar geciktirilmesi ise mubahtır. İkinci fecrin biraz öncesine kadar
geciktirmek, bir özür olmadıkça, mekruhtur. Çünkü bu durumda yatsı namazının
kaçırılmasından korkulur. İhtilaftan kurtulmak için de, ufuktaki beyazlık
kaybolmadıkça yatsı namazını kılmamalıdır. Bulutlu günlerde, sabah, öğle, akşam
namazlarını biraz geciktirmeli, ikindi ve yatsı namazlarını da biraz erken
kılmalıdır ki, bu müstahabdır.
54- Vitir namazının vakti, yatsı namazının
vaktidir. Ancak vitir konusu ile ilgili bir emirden dolayı vitir namazı yatsı
namazından sonra kılınır. Vitir vaktinin bu şekilde oluşu İmam Azam\'a göredir.
İki imama göre, vitrin vakti, yatsı namazı kılındıktan sonra başlar. Bu ayrılık
üzerine şöyle bir mesele ortaya çıkar: Bir kimse yatsı namazını kıldıktan sonra
elbisesini değiştirip başka bir elbise ile vitir namazını kılsa ve önceki
elbisesinin temiz olmadığı anlaşılsa, İmam Azam\'a göre yalnız yatsı namazını
yeniden kılmak gerekir. İki imama göre ise, her iki namazı tekrar kılması
gerekir; çünkü vitir namazı vaktinden evvel kılınmış olur.
Bir insan uykudan
uyanacağına güveni yoksa, uyumadan önce vitir namazını kılmalıdır. Eğer
uyanacağından emin ise, vitir namazını gecenin sonuna kadar geciktirmesi daha
faziletlidir.
55- Teravih namazının vakti, sahih kabul edilen görüşe göre,
yatsı namazından sonradır, sabah namazının vaktine kadar devam eder. Hem
vitirden önce, hem de vitirden sonra kılınabilir. Fakat yatsı namazı kılınmadan
teravih namazı kılınmaz; kılınacak olsa tekrarlanması gerekir.
56- Bayram
namazlarının vakti, sabahleyin güneş yükselip de kerahet vakti çıktıktan
itibaren başlar ve güneşin istiva (tam ortada bulunma) zamanına kadar
sürer.
Ramazan bayramı namazı, bir özür sebebiyle birinci günün istiva
zamanına kadar kılınamazsa, ikinci günün istiva zamanına kadar kılınır. Özür
devam etse bile, artık üçüncü gün kılınamaz.
Kurban bayramı namazı ise, bir
özürden dolayı birinci gün kılınamazsa, ikinci gün kılınır. İkinci gün de bir
özür sebebiyle kılınamazsa üçüncü gün istiva zamanına kadar kılınır. Bir özür
olmaksızın bu bayram namazlarını ikinci ve üçüncü güne bırakmak kötü bir iş
olur. Bu bayram namazlarını istiva anında ve istivadan sonra kılmak hiçbir
surette caiz değildir, kaza da edilmezler.
57- Vaktin müsait olduğunu sanarak
bir sünnet namaza başlamış olan kimse, iki rekat kıldıktan sonra farzın
kaçırılacağından korkarsa, başlamış olduğu namazı bırakmaz, iki rekattan sonra
teşehhüde oturup sonra selam verir. Üçüncü rekatta ise, dördüncü rekatı da
kılar, sonra selam verir. Çünkü böyle başlanmış olan bir namazın yerine
getirilmesi gerekir.
58- Vakit, namazın şartı olduğu gibi, vücubunun da
sebebidir. Bu bakımdan, bir yerde namaz vakitlerinden biri veya ikisi bulunmasa,
o vakitlere ait olan namazlar, o yer halkına farz olmaz. Bazı bölgelerde yılın
bir mevsiminde daha şafak kaybolmadan fecir doğarak sabah vakti girmektedir. Bu
gibi yerlerde yatsı namazı düşmüş olur; çünkü yatsının vakti bulunmamıştır.
Abdest organlarından birini veya ikisini kaybeden kimse için bu organlarını
yıkamak zorunluluğunun kalkması da bunun gibidir. Bu şekilde fetva verilmiştir.
Bununla beraber bazı fıkıh alimlerine göre, bu gibi yerlerde bulunan müslümanlar
da, beş vakit namaz kılmakla yükümlüdürler. Bulundukları yerde bu namazlardan
herhangi birinin vakti meydana gelmemiş olsa, o namazı kaza şeklinde kılarlar
veya beş vaktin bulunduğu kendilerine en yakın bir bölgenin vakitlerine göre, o
namaz için vakit belirleyerek namazı yerine getirmeye çalışırlar. Gerçek şu ki,
vakit namazın şartıdır, bir sebebi ve bir alametidir. Fakat namazın asıl sebebi,
Allah\'ın bir emri oluşudur ve İlahî nizamın arka arkaya devam edip gitmesidir.
Bu bakımdan bütün müslümanlar, bu beş vakti kılmakla yükümlüdürler. Onun için
bunları kılmaları gerekir.
İmam Şafiî\'nin içtihadı da bu şekildedir. İhtiyata
uygun olan da budur.
Uzun zaman güneşin batmadığı veya doğmadığı bölgelerde
namaz vakitlerinin böyle takdir edilip edilemeyeceği fıkrinde fıkıh alimlerinin
ihtilafı vardır. Bu gibi bölgelerde bulundukları kabul edilen müslümanların
oruçları ve zekatları hususunda yine böyle bir ölçü koymak uygun
görülmektedir.
59- Her gün beş vakit namaz kılmanın pek çok hikmetleri
vardır. Biz burada yalnız şu kadarını arzedelim: İnsan sabahleyin sanki yeni bir
hayata kavuşmuş, karanlıktan aydınlığa çıkmış olur. Yeni bir çalışma gayreti
içine girmiş olur. İnsana bu hayat ve çalışma gücünü veren ve insana başarı
sağlayacak olan ancak Yüce Allah\'dır. Bundan dolayı insan, bu hayat nimetine
şükretmek ve bunu bir hayırla sona erdirmek için mübarek sabah namazını kılmakla
yükümlü tutulmuştur.
İnsan sabahdan akşama kadar hayatın nimetlerinden
yararlanıyor. Bu zaman içinde devamlı olarak maddî bir çalışma gayreti
gösteriyor. Bu bir başarı eseridir. İşte bu başarıya şükretmek ve bu başarının
ruhları duygusuzluk ve katılık içinde bırakmasına engel olmak için de öğle ile
ikindi namazları farz kılınmışlardır. Akşamın yaklaşması ile, sona ermeye yüz
tutan bir günlük yaşayışın ve çalışmanın, ruha zevk veren bir ibadetle sona
ermesi, bir mutluluk ve şükür nişanı ve bir kulluk görevi olacağından akşam
namazı kılınmaktadır.
İnsan daha sonra uyku alemine can atacaktır. Ölümün bir
çeşidi olan bir bakımdan da huzur ve istirahat devresi sayılan bu aleme varmadan
önce bir günlük hayata kutsal bir ibadetle son vermek, bir de, o ölüme benzer
alemi İlahî bir zevk ve uyanıklıkla geçmek, yaratıcımızın mağfiretine sığınmak
iyi bir sonuç olacağından da yatsı namazı kılınmaktadır.
Sonuç: Gerek insanın
ve gerek çevresindeki bütün varlıkların hayatlarında, doğmak, büyümek,
duraklamak, yaşlanmak ve sonra da ölüp gitmek gibi değişik beş safha meydana
gelmektedir. Artık büyük bir nimet olan bu safhalara bir karşılık olmak ve
insanın maddî çalışmaları ile manevî çalışmaları arasında bir denge kurabilmek
için, beş vakitte kılınan namazlardan daha yüksek ve daha faziletli bir çare
bulunamaz. Bizleri bu kutsal ibadetle yükümlü olmak şerefine ulaştıran ikramı
çok bol mabudumuza ne kadar şükretsek yine azdır.
Namazlara Ait Niyetler
60- Namazlarda niyet
de şarttır. Şöyle ki: Niyet aslen bir azimden ve kesin bir iradeden ibarettir.
Kalbin bir şeye karar vermesi ve bir işin ne için yapıldığını düşünmeksizin
bilmesi demektir.
Namazla ilgili niyet, Yüce Allah\'ın rızası için ihlasla
namazı kılmayı istemek ve hangi namazın kılınacağını bilmektir. Yapılan işlerin
önemleri ve sevabları niyetlere göredir. İnsanın niyeti halis (sırf Allah rızası
için) olmalıdır. İnsan yapacağı bir ibadeti şuurlu bir halde yapmalıdır.
Yapacağı işle, Allah rızası gibi, yüksek bir gaye gözetmeli ve gaflet içinde
bulunmamalıdır.
61- Niyet kalbe aittir. Bununla beraber kalb ile niyet
yapıldıktan sonra dil ile de söylenmesi daha iyidir. Bir insan başlayacağı bir
namaza, kalb ile niyet edip de dili ile bir şey söylemese, o namazı caiz olur.
Fakat kalb ile niyet etmekle beraber "şu vaktin farzını veya sünnetini kılmaya
niyet ettim" demesi, daha iyidir. Bu şekilde, hem kalb, hem de dil ile niyet
edilmesi, sahih olan görüşe göre müstahabdır. Kalbden niyet olmaksızın dil ile
yapılan niyet sahih değildir.
62- Farz namazlarla bayram ve vitir
namazlarından bunları yerine getirirken hangi vakitler olduğunu belirlemek
gerekir: "Bugünkü sabah namazına" veya "Bugünkü cuma namazına, bugünkü vitir
namazına, bugünkü bayram namazına" diye niyet edilir. Yalnız farz namaza niyet
etmek yeterli değildir. Böyle bir niyetle farz namazları tayin edilmiş olmaz.
Fakat hangi namaz olduğu belirlenmeksizin vakit içinde: "Bu vaktin farzını
kılmaya" diye niyet edilmesi kafi gelir. Rekatların sayısını anmaya gerek
yoktur. Yalnız cuma namazı böyle değildir; onu vaktin farzı niyeti ile kılmak
olmaz; çünkü asıl vakit öğlenindir, cumanın değildir.
63- Nafile namazlara
gelince: Bunlarda sadece namaza niyet etmek kafidir. Fakat şu vaktin ilk
sünnetine veya son sünnetine niyet ettim, diye de kılınırlar. Bu namazların
müekked veya gayri müekked olduklarını belirlemeye de gerek yoktur. Ancak
teravih namazı için: "Teravih namazını veya vaktin sünnetini kılmaya niyet
ettim" demelidir, ihtiyat olan budur.
64- Cemaata yetişip de, imamın farzı
mı, yoksa teravihi mi kıldığını bilmeyen kimse, farza niyet ederek imama uyar.
Eğer imam farzı kılıyordu ise, uyanın da farzı sahih olur. Eğer imam teravih
namazını kılıyordu ise, ona uyan o kimsenin namazı nafile yerine geçer. Yatsı
namazından önce teravih kılınamayacağı için, teravih yerine geçmez.
65-
Niyetin Tekbir alma zamanına yakın olması daha faziletlidir. Daha önce de niyet
edilebilir; yeter ki, niyet ile tekbir arasında namaza aykırı bir hal bulunmuş
olmasın.
Örnek: Bir kimse abdest alırken herhangi bir namazı kılmaya niyet
etse, sonra namaza aykırı düşen yiyip içmek ve konuşmak gibi bir işte bulunmadan
namaz yerine varıp namaza başlasa sahih olur. Bu arada hatırına o niyet gelmese
dahi yine namazı sahih olur. Fakat tekbirden sonra yapılacak bir niyet ile namaz
sahih olmaz. Tercih edilen görüş budur. Diğer bir görüşe göre, tekbir aldıktan
sonra, Sübhaneke ve Eüzü\'den önce yapılacak niyetle de namaz caiz olur.
(İmam
Şafiî\'ye göre, niyetin tekbire yakın yapılması şarttır.)
66- Farz namaz
yerine getirilirken kazayı niyet etmek, kaza namazı kılınırken farza niyet etmek
suretiyle namaz caiz olur. Örnek: Bir kimse öğle namazının vakti çıkmamıştır
inancı ile öğlenin farzını yerine getirmeye niyet etse ve namazı tamamladıktan
sonra öğle vaktinin çıkmış bulunduğunu anlasa, farza niyet ederek kılmış olduğu
namaz kaza yerine geçer.
67- Bir kimse öğle gibi vakit içinde hem öğle, hem
de ikindi namazına niyet etse, bu niyet vakti girmiş olan namaz için geçerli
olur. Vakti girmemiş olan namaz buna engel olmaz.
68- Bir kimse, bir vaktin
farzına niyet ederek namaza başlayıp da sonra nafile kılıyormuş gibi bir zanla
namazı tamamlasa, bu namazı o farzdan sayılır. Çünkü namazın sonuna kadar
niyetin hatırlanması şart değildir.
69- Bir kimse nafileye niyet ederek
tekbir aldıktan sonra farza niyet ederek tekrar tekbir alsa, farz namaza
başlamış olur. Aksi de böyledir.
Yine bir kimse öğle namazının farzına niyet
ederek bir rekat kıldıktan sonra, ikindi namazının farzına veya bir nafile
namaza niyet ederek tekrar tekbir alsa, öğle namazını bozmuş olur ve ikinci
niyete göre namaza başlamış sayılır.
70- Cemaat halinde imama uyulduğu zaman
da niyet edilmesi lâzımdır. "Bugünkü öğğle namazının farzını kılmaya niyet
ettim; uydum bu imama" denir. Bu şekilde bir niyet yapılmazsa, imama uymak sahih
olmaz.
71- Bir kimse namaza tek başına başlamışken imama uymaya niyet ederek
diliyle tekrar tekbir alsa önceki namazını bozmuş ve imama uymuş olur.
72-
İmama uyan kimsenin kılacağı namazı belirtmeksizin yalnız: "İmama uydum" veya
"iktida ettim" diye niyet etmesi, üstün tutulan görüşe göre yeterli değildir.
"İmamla beraber namaz kılmaya niyet ettim" denilmesi de böyledir.
73- Bir
kimse imama uymaya niyet edip namaza başladığı halde imam henüz namaza
başlamamış bulunsa bu uyuş, sahih olmamış olur. Hatta "Allah" veya "Ekber"
kelimesini imam daha bitirmeden kendisi bitirse yine imama uymuş olmaz. Fakat
ikinci kere olarak tekbir alsa bununla imama uymuş olur.
74- Cemaatin imama
uymaya niyeti, imam "Allahü Ekber" deyip namaza başlamasından sonra olmalıdır
ki, bir namaz kılana uyulmuş olsun ve imamdan önce tekbir alınmış olmak ihtimali
kalmasın. Bu, İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed\'in görüşüdür. İmam Azam\'a göre,
cemaatın tekbirleri imamın tekbirine yakın olmalıdır; çünkü bunda ibadete acele
etme fazileti vardır. O halde niyetin önce olması gerekir. Bununla beraber imam,
daha Fatiha suresini bitirmeden tekbir alıp imama uyan kimse, iftitah
(başlangıç) tekbirinin sevabına kavuşmuş olur.
75- Kendisine uyulan imamın
kim olduğunu bilmek gerekmez. Hasan olduğu sanılan imamın, Bekir olduğu
anlaşılsa, yapılan imama uyma niyetine bir engel teşkil etmez. Ancak Hasan\'a
uydum diye tayinde bulunarak niyet edildiği halde, imamın başkası olduğu
anlaşılsa, iktida (imama uyma) sahih olmamış olur; çünkü bu kayda bağlanmış bir
niyettir.
76- İmam olan şahsın, imamete niyet etmesi gerekmez. Ancak
kadınların da kendisine uymalarının sahih olabilmesi için imamete niyet etmesi
gerekir. Bunun için bir imam: "Ene imamun limen tebianî = Ben bana uyanlara
imamım" diye niyet etse, kendisine kadınlar da uyabilirler. İmamet bahsine
bakılsın.
İftitah Tekbiri
77- Namaza: "Allahü Ekber"
diyerek başlanır. Bu bir iftitah (başlangıç) tekbiridir. Buna "Tahrime"de denir.
İftitah tekbiri, ancak Yüce Allah\'ın şanını yüceltecek olan O\'na mahsus bir
ifade ile yapılır. Bununla namaza girilmiş ve dünya işleri ile ilgili kesilmiş
olur.
Tahrime, Hanefîlere göre namazın aslen bir rüknü değil, bir şartıdır,
namazdan öncedir. Böyle olmakla beraber, namazın rükünlerine çok bitişik olduğu
için bu da bir rükün sayılmıştır.
Üç İmama göre, tahrime de aslen namazın bir
rüknüdür. Bu ayrı görüşlerden birtakım meseleler doğar.
78- Namaza başlarken
"Allahü Ekber" yerine "Allahü\'l-Kebîr" veya "Allahü Kebîr" yahut yalnız "Allah"
denilmesi,de farz için yeterlidir. Bunlarda da Yüce Allah\'ın şanını yükselten
mana vardır. Fakat şu ifadelerle namaza başlanmaz: "Allahümmeğfîr lî,
Estağfirullah, Eüzü Billah, Bismillâh." Çünkü bunlar birer dua sözleridir,
yalnız tazimi ifade etmezler.
79- Bir elif ziyade ederek " Allahü Ekbâr"
denilmekle namaza başlanmış olmaz. Namaz içinde böyle denmesi, sahih olan görüşe
göre namazı bozar; çünkü mana değişmiş olur.
"Allah" ismi celilinin elifine
med (uzatma) ilavesiyle "Allah" denilmesi de, şübheyi ifade edeceği için namazı
bozar. Alimlerden Muhammed ibni Mükatil\'e göre, eğer namaz kılan kimse, med ile
medsizliği (bir harfi çekip çekmeme halini) ayıramayacak bir durumda ise, namazı
bozulmaz. Fakat önceki söz esastır. Çünkü bu cehalet özür kabul edilmez.
80-
"Allahü Ekber" yerinde Farsça\'da kullanılan kâf harfi ile "Allahü Egber"
denilse, bununla namaza başlanmış olur.
81- İmama uymak üzere ayakta alınan
iftitah tekbirinin tamamı kıyam halinde alınması şarttır. Bunun için rükû
halinde bulunan bir imama uyan kimse, kıyam halinde "Allahü Ekber" derken,
"Ekber" sözünü rüküa vardıktan sonra diyecek olsa, imama uyması sahih olmaz.