Mezhep
Sözlük anlamı gitmek, izlemek, gidilen yol demektir. Mecazi olarak kişisel
görüş, inanç ve doktrin karşılığında da kullanılır. Terim olarak bir müctehidin,
dinin ayrıntılarına ilişkin, kendine özgü kural ve yöntemlerle oluşturduğu inanç
ya da hukuk sistemini dile getirir.
İslâm tarihinde, mezheb kelimesi
genel olarak itikadi, siyasi ve fıkhi görüşlerin hepsi için kullanılmıştır. Buna
karşılık siyasi ve itikadi mezhepler daha çok Fırka, Nihle, Makale kelimeleriyle
ifade edilmiştir. Fırka (çoğulu fırak), farklı görüşlere sahib insan topluluğu
demektir. Nihle (çoğulu nihal), görüş, inanış ve kabul ediş tarzı demektir.
Makale (çoğulu makalat), fikir, inanış, görüş ve söz demektir. Çeşitli dinleri
belirtmek için de Milel (tekili mille) kelimesi kullanılmıştır.
Bazı
mezheb tarihçileri, İslâm mezheblerini Hz. Peygamber\'den rivayet edilen bir
hadise göre taksim etmişlerdir. Bu hadiste Yahudilerin yetmiş bir,
Hristiyanların yetmiş iki, fırkaya ayrıldığı, İslâm ümmetinin ise yetmiş üç
fırkaya ayrılacağı, müslümanlardan Cehennem\'den kurtulacakların Rasulullah\'ın ve
ashabının yolunu takib eden fırka (başka bir rivayette de birlik ve
beraberlikten ayrılmayan cemaat) olduğu beyan edilmektedir (Tirmizi, İman, 18;
Ebu Davud, Sünnet, 1; İbn Mace, Fiten 17; ed-Dârimî, Siyer, 75. Bu hadisin
çeşitli rivayetleri için bk. Abdulkahir el-Bağdadi, el-Fark beynel-Fırak,
Kahire, t.y. s. 4-10.).
Bazı mezheb tarihçileri bu hadiste söylenen
rakamın çokluktan kinaye olmayıp hakiki sayı olduğuna inanarak yazdıkları
eserlerde ana mezhebleri tesbit etmiş ve bunları da kendi aralarında kollara
ayırarak mezheblerin sayısını yetmiş üçe ulaştırmışlardır. Yetmiş üç sayısını
doldurmak isteyen bu âlimler, ne ana fırkaların, ne de kollarının sayısında
ittifak edebilmişlerdir. Abdulkahir el-Bağdâdî (v. 429/1037) "el-Fark
beynel-Fırak" isimli eserini, Ebul-Muzaffer el-Esferayînî (v.471/1078)
"et-Tabsir fi\'d-Din"isinıli eserini bu şekilde yazmışlardı. Bazı âlimler de
hadiste bildirilen rakamın yalnızca çokluğu ifade ettiğini kabul ederek,
eserlerini mezheblerin sayısına önem vermeden yazmışlardır. Ebul-Hasen el-Eş\'arî
(v.324/936) "Makalatü\'l-İslamiyyin"i, Fahrettin er-Râzî (v.606/1210) "İtikadatü
Fırakıl-Müslimîn vel-Müşrikîn"i bu tarzda yazmışlardır. İbn Hazm da (v.
456/1064) sahih olmadığını iddia ederek bu hadisi reddetmiş ve "el-Fasl
fil-Milel ve Ehvai ve\'n-Nihal" isimli eserinde tesbit edebildiği mezhebleri
yazmıştır.
İslâm Tarihinde Mezheblerin Çıkış
Sebebleri
Müslümanlar arasında mezheblerin çıkışını etkileyen
başlıca sebepler şunlardır:
1- İnsanların anlayış ve idrak
seviyelerinin farklı oluşu, arzu ve isteklerinin uyuşmazlığı.
2- Metod ve
ölçülerin farklı oluşu. Mesela; Mu\'tezile aklı esas almış ve nakli buna tabi
kılmış, Ehl-i Sünnet nakli esas almış ve aklı bunu destekleyici mahiyette
kullanmış, İslâm filozofları sadece aklı esas almışlardır.
3-Arab
ırkçılığı. Hz. Peygamber zamanında ortadan kalkan Hz. Osman\'ın hilafetinin son
yıllarında yeniden açık bir şekilde ortaya çıkarak anlaşmazlıklar üzerinde
etkili oldu.
4- Hilafet münakaşaları ve bunun neticesinde ortaya çıkan
fitne ve iç savaşlar. Bu savaşlarda müslümanlardan ölenlerin ve öldürülenlerin
durumu, öldürme (katl), büyük günah işleyenlerin (mürtekib-i kebirenin) durumu
meselesi, büyük günah işleyenin kâfir olup olmaması, kader, cebir ve kulun
iradesi meselesi, bu iç savaşlarda kaderin rolü, gibi meseleler müslümanlar
arasında farklı görüşlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur.
5-
Karşılaşılan eski kültür ve inançların etkisi. Fethedilen ülkelerin değişik
kültür ve dinlere mensub halkının bir kısmı samimi olarak ve bir kısmı da
zahiren müslüman olmuşlardı. Bunlar eski din ve inanışlarının etkileri altında
cebir, ihtiyar, Allahın sıfatları hakkında fikirlerini ortaya koşmuşlar ve bir
kısım müslümanları da tesirleri altına almışlardı. Selef alimlerinin bunlara
cevap vermekte yetersiz kalması sebebiyle Mutezile mezhebi ortaya çıktı. Bu
mezhebin salikleri de akaidde akla önem veren bir metod
geliştirmişlerdi.
6- Eski Yunan, Hind ve İran felsefesinin Arapçaya
tercüme edilmesi. Eski felsefenin pek çok hükümleri İslam akaidi ile
uyuşmuyordu. Bazı müslümanlar İslam Akaidini felsefenin tesiri altında kalarak
mütalaa etmişler ve çeşitli görüş ayrılıklarına sebep olmuşlardır. Mutezile,
felsefe ile meşgul olmuş, İslam akaidini açıklamada felsefi metodları
uygulamışlardır.
7- Bir takım kıssacı ve hikayeciler, İslamla uyuşmayan
asılsız hikayeleri nakletmişler ve müslümanlar arasında yaymışlardır. İsrailiyat
denilen ve İslâmla bağdaşmayan bu hikayeler tefsirlere ve İslâm tarihlerine
girmiş ve bu da müslümanlar arasında ihtilaflara yol açmıştır.
8- İslâmın
tanıdığı fikir hürriyeti. Hicri I. asrın sonlarından itibaren herkes istediği
gibi düşünür ve görüşünü söylerdi. Açıkça zarurat-ı diniyyeden birini veya
birkaçını inkâr etmek hâriç, fikirler ve kanâatler üzerinde baskı yoktu. İlim
adamları ortaya atılan meseleler üzerinde deliliyle birlikte hakikati arar,
fikir ve kanaatını serbestçe beyan ederdi.
9- Nassların karakteri.
Kuranda muhkem ve müteşahih ayetlerin bulunması. Müteşabih nasların belirlenmesi
ve bunların tefsir ve te\'villeri ihtilafa yol açmıştır.
10- Hadislerin,
zabt edilme ve senedi konusunda konulan şartlar sebebiyle sahih, hasen ve zayıf
kısımlarına ayrılması, zayıf hadisle amel edilip edilemeyeceği de ihtilaflara
yol açmıştır.
11- Arabçanın gramer ve belâgatını bütün incelikleriyle
bilememek. İslâmın maksadını anlamamak, hüküm çıkarırken cehalet sebebiyle
Kur\'ân\'ın bütünlüğüne riayet edememek.
12- Heva ve nefse uymak, arzulara
tabi olarak delilsiz hüküm vermek, başkalarını delilsiz taklid etmek.
13-
Örf ve âdetlerin değişik olması da mezheblerin çıkış sebeplerinden
birisidir.
Mezheplerin Çıkışı
Hz.
Peygamber (s.a.s), hayatta iken sahabiler arasında herhangi bir ihtilaf\' yoktu.
Dinin usul ve füruunda sahabilerden bazısının anlamadığı bir mesele çıkarsa, Hz.
Peygamber\'e sorar, o da açıklardı. Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer devirleri ile Hz.
Osman\'ın hilafetinin ilk yıllarında da herhangi bir ihtilaf çıkmamıştı. Sahabe
ve tabiin devirlerinde akaidde bir mesele çıkarsa, hemen güvenilir alimlere
müracaat olunur, hükmü alınır, ihtilafın çıkmasına fırsat verilmezdi. Akaid
konularında vukua geldiği zaman ihtilaf ve çekişme ümmet için zararlı olur.
Sahabe ve tabiin zamanlarında Ferâiz meseleleri gibi amele ait bazı ayrıntılarda
görüş ayrılıkları olmuşsa da ameli sahadaki ihtilafın, çekişmeye sebep olması
şöyle dursun İslâm toplumu için bir rahmet olmuştur. Hz. Osman\'ın şehadetinden
sonra tehlikeli olan siyasi ihtilaflar çıkmaya başladı. Özellikle hakem
olayından sonra İslâm\'da ilk siyâsî ayrılık ve bid\'at mezhebleri kendilerini
gösterdiler. İlk çıkan mezhebler siyası mahiyette olup bunlar dini bir kisveye
bürünmüşlerdi.
Müslümanlar arasında zuhur eden iç savaşlarda Hz. Ali\'nin
yanında yer alan sahabe ve tabiine Şia-i ûlâ denilmişti. Daha sonra ortaya çıkan
Hz. Ali taraftarı mutaassıb grubların da Şia diye anılmaları sebebiyle Şia-i
Ûla\'ya bu "Ehl-i Sünnet vel-Cemaat" denilmiştir.
Hakem olayına itiraz
edip Hz. Ali\'nin ordusundan ayrılanlara Havâric (hariciler) veya Marika veyahut
Muhakkime-i Ülâ denilirdi. Diğer taraftan Hz. Osman\'ın katillerinin yakalanıp
kısas yapılmasını isteyenlere Şia-i Osman denilmişti. Hz. Osman\'a sevgi besleyip
Muaviye tarafını tutanlara da Nasıba deniliyordu. Emeviler devletinin
yıkılmasından sonra Nasıba tamamen silinip gitmiştir.
Hz. Ali\'nin
vefatından (40/660) sonra İbn Ömer, İbn Abbas gibi daha bir kısım sahabe hayatta
iken akaidde meydana gelen ilk bid\'at mezhebi, Kaderiyye olmuştur. Kader kulun
ihtiyar ve iradesi hakkında ilk konuşan, Ma\'bed el-Cüheni (80/699), sonra bunun
görüşlerini yayan Gaylan ed Dımeşki (126/743) olmuştur. Ma\'bed, kulun tam ve
mutlak bir iradesi olduğunu, kaderin bulunmadığı fikrini ortaya atınca, o zaman
hayatta olan İbn Ömer ve İbn Abbas, bu fikirlere karşı çıkarak onu şiddetle
kınamışlardı. Sonra Ca\'d b. Dirhem (v. 118/726 cebir fikrini ortaya atmış,
talebesi Cehm b. Safvan (v. 128/745) Ermenilere karşı bir ayaklanmaya katıldığı
için öldürülünceye kadar bu fikrin yanında Allah\'ın sıfatları hakkında
görüşlerini yaymıştı.
Hz. Ali\'nin şehid edilmesinden (40/660) sonra,
ashabın yolunda giden Ehl-i Sünnetin karşısında olan beş ayrı ana bid\'at mezhebi
ortaya çıkmıştır ki bunlar ileride zuhur edecek diğer bid\'at mezheplerine
kaynaklık etmişlerdir. Bu beş ana bid\'at mezhebi Havaric, Kaderiyye, Cebriyye
(Cehmiyye), Şia (Keysaniyye, Zeydiyye, İmamiyye) ve Mürcie\'dir.
İslamda Mezheplerin Hükmü
Usul-i dinde (akaidde)
ihtilaf zararlıdır. Akaidde ihtilaf, bid\'at ve sapıklığa götürür. Sapıklık da
büyüdüğü zaman küfre kadar iletir. Akaidde ihtilaf, İslam ümmetinin birliğini
bozar, dinde tefrika doğurur. Bu sebeple, sahabe ve bunlara güzellikle tabi olan
selef alimleri Usul-i dinde (akaidde) ihtilafı haram saymlş1ar ve buna asla
cevaz vermemiş1erdir. Çünkü ümmetin birlik ve dayanışmasını aynı iman esasları
etrafında ittifak etmek sağlar. Kamil imanın mü\'minleri birbirleriyle
birleştirdiği kadar başka hiç bir şey birleştiremez: "Ve (Allah) onların
gönüllerini (iman ve Allah sevgisiyle birleştirendir. Sen yeryüzünde bulunan her
şeyi harcamaz olsaydın yine onların (müslümanların) gönüllerini bu derece
kaynaştıramazdın Çünkü Allah onların aralarını (iman ile) birleştirip
kaynaştırdı. Çünkü O mutlak galibtir, yegane hüküm ve hikmet sahibidir"
(el-Enfal, 8/63).
İslam birliğini parçalayıcı nitelikteki akide
ayrılıklarının haram olduğuna delalet eden ayetler çoktur: "Hepiniz toptan
Allah\'ın ipine sarılınız. Ayrılıp parçalanmayınız." "Siz kendilerine apaçık
deliller geldikten sonra ihtilaf ederek dağılıp parçalananlar gibi olmayın"(Alu
İmran, 3/103,105). Hz. Peygamber\'in Allah tarafından\' getirmiş olduğu kesin
delillerle sabit olan bir hükmün kendisi ihtilaf konusu yapılamaz. Dinden olduğu
kesin delillerle bilinen esaslardan (zarurâtı diniyyeden) birini veya birkaçını
inkâr eden bir mezhebin İslâm ile alakası kesilir.
Fıkıhtaki ihtilaflar,
itikattaki ihtilaflar gibi bid\'at ve delâlete götürmez. Usul-i din ile füru-ı
dindeki (amelî hükümdeki) ihtilaf arasında büyük fark vardır. İslâm dininin
akaidinde kesin delilsiz ihtilaf haram, bid\'at ve dalalet sayılırken fıkhi
meselelerde içtihadların farklılığı rahmet sayılmıştır. Böylece zaman ve
mekânlara göre Muhammed ümmetine geniş imkânlar sağlanmış olur. Hz. Peygamber
(s.a.s.) Muaz İbn Cebel\'i (v.19/640) Yemen\'e vali olarak gönderirken ona sordu.
"Ne ile hükmedeceksin?" O da "Allah\'ın kitabıyla" "-Onda bulamazsan." Muaz:
"Rasulullah\'ın sünnetiyle hükmederim" dedi- "Bunların herikisinde de bulamazsan
ne yaparsın." diye sorunca, Muaz: "O zaman re\'yimle içtihad ederim." dedi.
Rasulullah bu cevaptan memnun kalarak
"Rasulünün elçisini, rasulünün razı
olacağı bir şeye muvaffak kılan Allah\'a hamdolsun " dedi (Ebû Dâvûd, el-Akdiye,
11; Ahmed b. Hanbel,Müsned, V, 230, 236). Böylece Rasulullah Kitab ve Sünnet\'te
hükmü bulunmayan meseleler hakkında ictihad etmesine izin verdi. Fakih sahabiler
de Muaz b. Cebel\'in yolunu takip ettiler.
Yalnız "mevrid-i nas\'da
içtihada mesağ yoktur" yani Kitab ve Sünnet\'te hükmü bulunan bir mesele içtihad
konusu olamaz. Nasslardaki hükmü ne ise onunla hüküm verilir. Hadisler
mütevatir, meşhur, ahad, muttasıl, munkatı, mürsel gibi kısımlara ayrılır.
Mütevatir (bunun sayısı çok azdır) ve meşhur hadisi her müctehid delil olarak
alır. Hanefiler hadis hususunda titiz davrandıkları için çoğu zaman ahad haberi
delil olarak kabul etmezlerdi. Şâfiî, ahad haberi kıyasa tercih
ederdi.
Tabiin ve Tebe-i Tabiin devrinde Hicaz\'da hadis bilenler çok
olduğu için Hicaz fukahasına "Ehlül-Hadis" denmiştir. Irak\'ta daha çok rey,
kıyas ve içtihad yoluyla hüküm verildiği için, Irak fakihlerine de "Ehl-i Rey"
denilmiştir.
Hicri I. asrın sonlarından itibaren mezheblerin kurucuları,
akaid ve fıkıhtaki görüşlerini beyan ederler, meselelerin hükümlerini
açıklarlardı. Bunlardan okuyanlar ve yazanlar, sözlerini ve içtihadlarını duyan
insanlar, bunların görüş ve açıklamalarına uyarlardı. Böylece bu zatların görüş
ve içtihadları halkın anlayışlarında bir mezheb olarak yerleşir kalır. Mezheb
sahibi olan bu büyük âlim ve imamlar hiç bir zaman, biz bir mezheb kuruyoruz,
bize uyunuz, diye halkı görüşlerine uymaya çağırmazlardı. Hükümdar, emir gibi
kimselerin davet ve emriyle de bir mezheb kurmaya yeltenmemişlerdi.
Fıkhi
ihtilafın cevazıyla beraber mezhebi içtihadın Kur\'ân\'ın ruhuna uygun olması
gereklidir. Yani içtihat tevhid, mahlukata şefkat, başkalarının can, namus ve
mal haklarına hürmet, iffet, adalet, eşitlik, istikamet, emanet ve vazifelere
riayet, iyilik ve bunda yardımlaşma esaslarına aykırı olmamalıdır.
Peygamberimiz, müctehidin içtihadında isabet ederse, iki sevab, iyi niyetle
Allah rızası için yaptığı içtihadında hata ederse, bir sevab alacağını
söylemiştir (Buhari, el-İ\'tisam, 21; Müslim, el-Akdıye, 6).
Bid\'at Mezheplerinin Özellikleri
Bid\'at; bazı
kimselerin dinde olmayan bir şeyi sonradan ortaya atıp bunu şer\'î imiş gibi
göstermeleri ve bununla Allah\'a ibadeti kasdetmeleridir. Bid\'atlar, küfre
götüren ve küfre iletmeyen olarak iki kısımdır. Mesela; Bahaîlerin Hz.
Muhammed\'in son peygamber olmayıp ondan sonra rasullerin geleceğini iddia
etmeleri. Nusayrîlerin Hz. Ali\'ye ulûhiyyet isnad etmeleri küfürdür.
Mu\'tezile\'nin Kelâmullah\'ın mahlûk olduğu görüşünde olmaları ise, küfre
götürmeyen bir bid\'attir.
Acaba akaidde hangi ihtilaf sünnet dairesinde,
yani Rasulullah ile ashabının takib ettiği yola uygun, hangisi Rasulullah\'ın
akide sünnetinin dışındadır. Küfre giren bir mezhebi tesbit etmek kolaydır.
Fakat akaid sahasında ortaya atılan bütün bid\'atları tesbit etmek, imkânsız
değilse de çok zordur. Bid\'at mezheblerinin bütün alâmetlerini tam olarak vermek
zor ise de bunların açık ve genel özellikleri şöyle sıralanabilir.
1-
Müslümanların büyük kalabalığından, ehl-i İslâmın büyük çoğunluğundan ayrılmak.
Sahabiler ve büyük müçtehid imamların yolundan gidenler, müslümanların büyük
kalabalığını teşkil ederler. Bunlara da sünnîler denilir.
2- Kendi heva
ve heveslerine tabi olmak. Delilsiz takib edilen yollar eğridir ve bid\'at
yoludur.
3-Mütevatir hadisten başkasını kabul etmemek küfre götürmezse de
sahih hadisleri kabul etmemek eğrilik ve sapıklığa götürür.
4-Kitab ve
Sünnet\'te bulunmayan bir kavli veya bir fiili şer\'î ve dini olarak ortaya
attıklarında, halkı bunu kabul etmeye zorlamak, halkı buna uyması için baskı
yapmak.
5- Kur\'an\'ın muhkemini bırakıp müteşabihlerine tabi 6lmak ve
muhkem âyetleri de delilsiz keyfi olarak te\'vil etmek.
6- Hüküm
çıkarırken Kur\'anın bütünlüğüne riayet etmemek. Halbuki Kur\'an\'ın birbirleriyle
çelişen hiç bir âyeti yoktur. "Eğer o (Kur\'an) Allah\'tan başkası tarafından
olsaydı, elbette içinde birbirini tutmayan pek çok şeyler bulurlardı" (en-Nisa,
4/82).
7- Zarurat-ı diniyyeden birini veya bir kaçını inkâr etmek, iman
esaslarının zıddı olan bir takım inançlar taşımaları sebebiyle bazı mezhebler
küfre düşmüşlerdir.
Mezheblerin genel tasnifi
islâm
tarihinde zuhur etmiş mezhebler başlıca üç kısımdır:
A) Siyasi
mezhebler: Bunlar önceleri siyasi bir maksatla ortaya çıkmış, sonraları itikadî
bir kisveye bürünmüşlerdir. İlk önce zuhur eden siyâsî mezhebler üçtür. Nasıba:
Hz. Osman ve Muaviye taraftarları, Şia: Hz. Ali taraftarları; Havaricde: Hz. Ali
ve Muaviye\'ye karşı çıkanlardır.
B) İtikadi Mezhebler (akaid mezhebleri):
İkiye ayrılır:
1- Ehl-i Sünnet mezhebleri: Bunlar da ikiye ayrılır: a)
Eh1-i Sünnet-i hassa denilen Selefiyye. Selefiyye\'nin mütekaddimini ve
müteahhirini vardır. b) Eh1-i Sünnet-i amme: Matüridiyye, Eş\'ariyye. Bunlara
Halefiyye de denir.
2- Ehl-i Bid\'at: Ehl-i Bid\'at mezhebleri de ikiye
ayrılır:
a) Küfre düşmeyenler. İki kolu dışında Hariciye, Kaderiyye,
Mutezile, Cebriyye (sorumluluk yoktur diyenleri hariç), Zeydiyye, İmamiyye (İsna
Aşeriyye), Kerramiyye, Naccariye, Haseviyye.
b) Küfre düşen bid\'at
mezhebleri: Haricilerden Acâride\'nin Meymuniyye kolu, Yezidiyye, Batıniyye-i
Nizariyye (ki bu mezheb hicri 5. asrın sonlarına doğru Hassan Sabbah tarafından
kurulmuştur), Nusayriyye, Dürziyye (Dürzilik), Babilik ve Behailik
(Behaiyye).
C) Fıkhî mezhepler: Fıkıh mezheblerinin hepsi de Kur\'an ve
Sünneti esas alırlar. Bunlar da ikiye ayrılır:
1- Bugün tabileri bulunan
mezhebler: Hanefiyye, Şafüyye, Malikiyye, Hanbeliyye, Caferiye, Zeydiye ve
Zahiriyyedir. Bu sonuncusunun müntesibi pek az kalmıştır. Hindistan taraflarında
Zahiri mezhebine bağlanan pek az kimse vardır.
2- Tabileri kalmamış
olanlar: Bugün tabi ve müntesibleri kalmamış ve fıkıh tarihine geçmiş olan
mezheblerin imamları şunlardır: Abdullah b. Şübrüme (v.h. 144), Abdurrahman
el-Evzai (v. 157), Süfyan es-Sevri (v. 161), Muhammed b. Abdurrahman b. Ebi
Leyla (v. 148), İshak bin Rahuye (Raheveyh, v. 238), Ebu Cafer Muhammed b. Cerir
et-Taberi (v. 310), Leys b. Sa\'d (v.175), Müzeni (v. 264), Ebu Sevr İbrahim b.
Halid Muhammed b. İshak b. Huzeyme (v. 311).
Akaid mezheblerin
muhtelif açılardan taksimi:
A) Allah\'ın sıfatları. Allah\'ın
sıfatlarını, zat-ı Bari ile kaim, hakiki ve vücudi olarak kabul edenlere
Sıfatiyye denilir. Ehl-i Sünnet mezheblerinin hepsi, Hişâmiyye ve Kerramiye
gibi. Yalnız Hişamiyye ve Kerramiyye Mücessime (Allah\'a cismiyet isnad edenler)
ve Müşebbihe\'den (Allah\'ı başkalarına benzetenlerden) idi.
Allah\'ın
zatından başka sıfatları yoktur, O\'nun sıfatları zatının aynıdır, zatının
tealluk ettiği şeylere göre bir durumudur diyenler; Cehmiyye ve Mu\'tezile\'dir.
Bunlar, Allah bilir, âlimdir ama onun zâtına zaid hakiki bir ilim sıfatı yoktur,
zatının bilme hali (alimiyyet = biliciliği) vardır, derler. Allah\'ın sıfatlarını
zatının aynı kabul edenlere, sıfatları nefy ettikleri için "muattıla"
denilir.
B) İmanın hakikatı konusunda mezhebler. İman edilecek konular
mü\'menün bih veya imanın müteallakı denilir. Mü\'menün bih, Hz. Peygamber\'in
Allah tarafından getirip tebliğ etmiş olduğu kesinlikle bilinen esas ve
hükümlerdir. Bunlara zarurat-ı diniyye de denilir. Namaz kılmak, zinadan
kaçınmak gibi zarurat-ı diniyyenin neler olduğunda -bunlar hem subutu, hem de
manaya delaleti kat\'i nasslar ile sabit olduğu için, küfre düşen mezhebler
hariç- bütün İslâm mezhebleri ittifak etmiştir. Mü\'menun bihe inanmak
keyfiyetine imanın hakikatı denilir. İmanın hakikatı konusunda başlıca 5 mezheb
vardır:
1- Cumhur-ı Muhakkikin. Bunlar Matüridiyye\'nin çoğunluğu ve
Eş\'ariyye\'nin bir kısmıdır. Bunlara göre; irnan kalb ile tasdiktir. Mü\'menün
bihi kalbiyle kabul edip doğrulamaktır. Bir kimseye diliyle ikrar, müslüman
olduğunun bilinip ona İslâm muamelesinin uygulanması için lazımdır.
2-
Kavl-i Meşhurcular. Bunlar Şemsül-Eimmeti\'s-Serahsi, Muhammed Pezdevi gibi bir
takım Hanefiyye fukahasına uyanlardır. Bunlara göre iman, kalb ile tasdik ve dil
ile ikrardır. Bunlar, "öldürülmek veya evinin yakılması korkusu gibi bir
mazereti olmadan diliyle de ikrar etmeyen, mü\'min olmaz" diyenlerdir.
3-
Hariciler, Mu\'tezile, Zeydiyye. Bunlara göre, iman kalb ile tasdik, dil ile
ikrar, farzları ile ifa etmek ve haramlardan kaçınmaktır. Büyük günahına tevbe
etmeden ölen kimsenin ebediyyen cehennemde kalacağına inandıkları için bu
mezheblere bağlı bulunan kimselere Va\'idiyye de denilmiştir.
4-
Kerramiyye. İman sadece dil ile ikrardır, diyenlerdir. Bu mezheb zamanla ortadan
kalkmıştır.
5- Mürcie. "İman Allah\'ı bilmektir. Kâfire yaptığı iyilik
fayda vermediği gibi mü\'mine de günah zarar vermez. Günahkâr mü\'min cehenneme
girmez, hasenâtı kabul edilir, seyyiâtı affedilir" diyenlerdir. Böyle diyenlere,
mezhebler tarihinde "Mürcie-i ehl-i dalal" da denilir. Bu mezheb de zamanla yok
olmuştur.
C- Kulun ihtiyarı ve kader konusunda çıkmış olan başlıca üç
mezheb vardır.
1- Cebriyye: Kulun ihtiyar ve iradesinin olmadığını iddia
edenlerdir.
2- Kaderiyye ve Mu\'tezile: Kulun mutlak hür olduğunu ve işini
kendisi dinleyip yarattığını iddia edenlerdir.
3- Ehl-i Sünnet
mezhebleri: Kulun hür olduğunu kabul etmekle beraber kadere de saygılı olan
kimselerin mezhebidir.