Bizler medeni eşkiyalık yaparak eline geçirdiği herşeyi gasbedenlerin değil, senelerce aralarında yaşadıktan sonra , kimin malını almışsam işte malım gelsin alsın, kimin sırtını vurduysam işte sırtım gelsin vursun diyen HZ. MUHAMMED (SAV) nin ahlakına muhtacız....
Hz. Muhammed (s.a.s.) Milâddan sonra 571 senesi, Fil Yılı’nda, 12 Rebiülevvel (20 Nisan) pazartesi gecesi sabaha karşı, Mekke’nin doğusunda bulunan “Hâşimoğulları Mahallesi”nde, babasından kendisine mirâs kalan evde doğdu. Arapların takvim başı olarak kullandıkları “Fil Vak’ası”, Peygamberimiz (s.a.s.)’in doğumundan 52 gün kadar önce olmuştu.
Abdülmuttalib, torununun doğumu şerefine verdiği ziyâfette çocuğun adını soranlara:
“Muhammed adını verdim. Dilerim ki, gökte Hakk, yeryüzünde halk, O’nu hayırla yâdetsinler…” cevâbını verdi.
Mevlid Kandili, Kur’an-ı Kerimde‘’Âlemlere rahmet olarak gönderildiği’’(Enbiya,107) beyan buyrulan Hz. Muhammed(SAV) ‘in doğumuyla varlık âlemini şereflendirdiği çok müstesna bir gecedir.
Peygamberimiz Mekke şehrinde M.571 yılı rastlayan Rebiyyülevvel ayının 12. günü (Pazartesi günü) sabaha doğru doğmuş, böylece dünya asırlardır beklediği kurtarıcısına kavuşmuştur.
Müslümanlar için bir dönüm noktası olan hicret, tarihte yeni bir sayfa açmıştır.
Hz. Ömer’in halifeliği döneminde hicretin gerçekleştiği gün, Hz. Ali’nin teklifiyle hicrî takvimin başlangıcı sayılmıştır. O günden itibaren de İslam âleminde
1 Muharrem hicrî takvimin başlangıcı olarak kabul görmüştür.
Müslümanlar için bir milat olan hicret; Allah’a ve O’nun Kutlu Elçisi Rahmet Peygamberine gönülden bağlılığın bir ifadesi; hakka, hakikate, ilme, irfana ve medeniyete yapılan yolculuktur.