• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Üyelik Girişi
M. Zühdü Bilgi Hattı
Site Haritası
Takvim
Muhammed Zühdü(KS)
HZ. MEVLÂNÂ CELÂLEDDÎN-i RÛMÎ مولانا جلال الدين رومی (ö.5 Cemâziyelâhir 672 / 17 ARALIK 1273)
HZ. MEVLÂNÂ CELÂLEDDÎN-i RÛMÎ
مولانا جلال الدين رومی
(ö. 672/1273)

Mevleviyye tarikatının kurucusu, mutasavvıf, âlim ve şair.

 

6 Rebîülevvel 604’te (30 Eylül 1207) Horasan’ın Belh şehrinde dünyaya geldi. Mevlânâ, Mes̱nevî’nin girişinde adını Muhammed b. Muhammed b. Hüseyin el-Belhî diye kaydetmiştir.
Lakabı Celâleddin’dir. “Efendimiz” anlamındaki “Mevlânâ” unvanı onu yüceltmek maksadıyla söylenmiştir. “Sultan” mânasına gelen Farsça “hudâvendigâr” unvanı da kendisine babası tarafından verilmiştir.
Ayrıca doğduğu şehre nisbetle “Belhî” olarak anıldığı gibi hayatını geçirdiği Anadolu’ya nisbetle “Rûmî, Mevlânâ-i Rûm, Mevlânâ-i Rûmî” ve müderrisliği sebebiyle “Molla Hünkâr, Mollâ-yı Rûm” gibi unvanlarla da zikredilmektedir.

Mevlânâ’nın babası Bahâeddin Veled, Belh’e yerleşmiş bir ulemâ ailesine mensuptu ve “sultânü’l-ulemâ” unvanıyla tanınmıştı. Sipehsâlâr’a göre tarikat silsilesi Ahmed el-Gazzâlî’ye ulaşan Bahâeddin Veled’in Kübreviyye tarikatının kurucusu Necmeddîn-i Kübrâ’nın müridi olduğu da kaydedilmektedir. Eflâkî’ye göre Bahâeddin Veled’in annesi Hârizmşahlar hânedanından Alâeddin Muhammed Hârizmşah’ın kızıdır (a.g.e., I, 7-9).

Mevlânâ, Seyyid Burhâneddin’in vefatından beş yıl sonra Konya’da Şems-i Tebrîzî ile karşılaştı

Eflâkî’ye göre ise Şems-i Tebrîzî Konya’ya geldiğinde Şekerciler Hanı’na yerleşmiş, Mevlânâ, ders verdiği dört medreseden biri olan Pamukçular Medresesi’nden talebeleriyle birlikte ayrılıp katır üzerinde giderken Şems ansızın önüne çıkmış ve katırın gemini tutarak, “Ey dünya ve mâna nakitlerinin sarrafı, Muhammed hazretleri mi büyüktü yoksa Bâyezîd-i Bistâmî mi?” diye sormuş, Mevlânâ, “Muhammed Mustafa bütün peygamberlerin ve velîlerin başıdır” diye cevap verince Şems, “Peki ama o, ‘Seni tesbih ederim Allahım, biz seni lâyıkıyla bilemedik’ dediği halde Bâyezîd, ‘Benim şanım ne yücedir. Ben sultanların sultanıyım’ diyor” demiş, bunun üzerine Mevlânâ, “Bâyezîd’in susuzluğu az olduğu için bir yudum su ile kandı; idrak bardağı hemen doluverdi. Halbuki Hz. Muhammed’in susuzluğu arttıkça artıyordu. Onun göğsü Allah tarafından açılmıştı (el-İnşirâh 94/1). Sürekli susuzluğunu dile getiriyor, her gün Allah’a daha çok yakın olmak istiyordu” diye cevap vermiş, Şems bu cevabı duyunca kendinden geçmiş, bir müddet sonra birlikte yaya olarak medreseye gitmişlerdir (Menâḳıbü’l-ʿârifîn, I, 86-87; II, 618-620).

Mevlânâ, Şems-i Tebrîzî ile karşılaştıktan sonra halkla tamamen alâkasını kesmiş, medresedeki derslerini ve müridleri irşad işini bir yana bırakıp bütün zamanını Şems ile sohbet ederek geçirmeye başlamış, bu durum müridlerin şeyhlerini kendilerinden ayıran, kim olduğunu bilmedikleri Şems’e karşı kin beslemelerine sebep olmuştur. Mevlânâ’nın vaazlarından mahrum kalan halk arasında da çeşitli dedikoduların yayılması üzerine Şems’in ansızın şehri terkettiği, Mevlânâ’yı çok üzen bu olayın ardından durumun daha da kötüleştiğini farkeden müridlerin Mevlânâ’dan özür diledikleri kaydedilmektedir.

Mevlânâ, Selâhaddîn-i Zerkûb’un kızı Fatma Hatun’u oğlu Sultan Veled’e alarak aralarında akrabalık bağı oluşturdu. Selâhaddîn-i Zerkûb on yıl sonra vefat edince Mevlânâ, hilâfet makamına müridlerinden İbn Ahî Türk diye de tanınan Urmiyeli Hüsâmeddin Çelebi’yi geçirdi. Sultan Veled babasının Şems-i Tebrîzî’yi güneşe, Selâhaddîn-i Zerkûb’u aya, Hüsâmeddin Çelebi’yi de yıldıza benzettiğini ve onu meleklerle aynı mertebede gördüğünü kaydeder (İbtidânâme, s. 143). Mes̱nevî’nin ortaya çıkması Hüsâmeddin Çelebi’nin teşvikiyle olmuştur.

“Şeb-i Arûs” (Düğün Gecesi)
Hz. Mevlânâ, Hüsâmeddin Çelebi’nin hilâfet makamına geçişinden Sultan Veled’e göre on ,   Sipehsâlâr’a göre dokuz  yıl sonra rahatsızlanarak 5 Cemâziyelâhir 672 (17 Aralık 1273) tarihinde vefat etti.

Cenazesinde ağlayıp feryat edilmemesini vasiyet etmesi ve öldüğü günü kavuşma vakti olarak tanımlaması sebebiyle ölüm gününe “şeb-i arûs” (düğün gecesi) denmiş ve ölüm yıl dönümleri bu adla anılagelmiştir.

Düşüncesi-

 Mevlânâ kâmil mânada âlim, sûfî ve şairlik özelliklerine sahip bir şahsiyettir. Çocukluğunda babasının yanında başladığı öğrenimini gittiği Halep ve Şam’da sürdürmüştür. İlk tasavvufî eğitimini de yine babasından almıştır. Sultânülulemâ lakabıyla tanınan babası Bahâeddin Veled’in Kübreviyye’nin kurucusu Necmeddîn-i Kübrâ’nın halifesi olduğu söylendiği gibi Ahmed el-Gazzâlî’den gelen tarikat silsilesinden hilâfet aldığı da belirtilmektedir. Mevlânâ, babasının ölümünden sonra herkesin gönlünden geçenleri bildiği veya Şems-i Tebrîzî’nin geleceğini bildirdiği için “Seyyid-i Sırdan” diye anılan halifesi Seyyid Burhâneddin Muhakkık-ı Tirmizî tarafından irşad edilmiştir.

ipehsâlâr’ın “Fahrü’l-meczûbîn” diye kaydettiği lakabından coşkun bir sûfî olduğu anlaşılan Seyyid Burhâneddin’in ardından Şems-i Tebrîzî ile karşılaşması Mevlânâ’nın hayatında bir dönüm noktası oluşturur. Mevlânâ Şems’in Konya’ya gelmesinden sonra vaazlarını, medresedeki dersleri, müridleri irşadı bir yana bırakmış, ilâhî aşk ve vecdi terennüm eden asıl Mevlânâ bu dönemde doğmuş, önceleri aşkı takvâsında gizli iken takvâsı aşkında gizlenmiştir. Dünya şiirinin zirvelerinden Dîvân-ı Kebîr’deki şiirlerin büyük bir kısmını bu devirde söylemiş, Dîvân-ı Kebîr’in tamamlanmasının ardından gelen sükûn döneminde bunu İslâm kültürünün en yaygın ve en önemli eserlerinden biri olan Mes̱nevî takip etmiştir.

Mevlânâ’daki dinî-tasavvufî düşüncenin kaynağı Kur’an ve Sünnet’tir.

“Canım tenimde oldukça Kur’an’ın kölesiyim ben. Seçilmiş Muhammed’in yolunun toprağıyım ...” beytiyle bunu dile getirmiş, “Pergel gibiyim; bir ayağımla şeriat üstünde sağlamca durduğum halde öbür ayağımla yetmiş iki milleti dolaşıyorum” diyerek bir müslüman olarak insanlığı kucaklayabildiğini belirtmiştir.

Eserleri- 

Mevlânâ’nın şiirleri ve mektupları arasında Arapça olanlar bulunmakla birlikte eserleri Farsça’dır. 1. Dîvân-ı Kebîr (Dîvân-ı Şems-i Tebrîzî). Gazel ve rubâîlerden meydana gelen eser çok geniş bir hacme sahip olduğundan Dîvân-ı Kebîr, gazellerde genellikle Şems, Şems-i Tebrîzî mahlasları kullanıldığından Dîvân-ı ŞemsDîvân-ı Şems-i Tebrîzî adıyla anılmaktadır. Şiirlerin çoğu Mevlânâ’nın Şems ile buluşmasından sonraki döneme aittir. Gazellerde mahlas olarak Selâhaddin (Selâhaddîn-i Zerkûb), Hüsâmeddin Çelebi isimlerine de rastlanır. Ayrıca “Hâmûş” mahlasının kullanıldığı şiirler de vardır. Bunlardan daha çok zâhidâne olanlarının ilk dönemde söylendiği sanılmaktadır. Eserdeki rubâîler ayrı bir kitap olarak da derlenmiştir.

2. Mes̱nevî. Tasavvufî düşüncenin bütün konularını içermekte ve İslâm kültürünün en önemli eserleri arasında sayılmaktadır. Diğer mesnevilerden ayırt edilmesi için Mes̱nevî-i MevlevîMes̱nevî-i Maʿnevî ve Mes̱nevî-i Şerîf gibi isimlerle de anılan eser müellifi tarafından “Keşşâfü’l-Ḳurʾân”, “Fıḳh-ı Ekber”, “Ṣayḳalü’l-ervâḥ” ve “Ḥüsâmînâme” gibi lakaplarla da adlandırılmıştır.

3. Fîhi mâ fîh. Mevlânâ’nın sağlığında oğlu Sultan Veled veya bir başka müridi tarafından kaydedilen sohbetlerinin vefatından sonra derlenmesinden meydana gelmiştir.

4. Mecâlis-i Sebʿa. Mevlânâ’nın vaaz ve sohbetlerinde yaptığı konuşmalardan oluşmaktadır. Bu konuşmalarda konuyla ilgili âyet ve hadislerin açıklanmasının yanı sıra Senâî, Attâr gibi şairlerin şiirlerine, Mes̱nevî’de anlatılan bazı hikâyelere ve Dîvân-ı Kebîr’den şiirlere de yer verilmiştir. Eser, Feridun Nafiz Uzluk tarafından Üsküdar Hacı Selim Ağa Kütüphanesi’ndeki 788 (1386) tarihli nüshası esas alınarak iki defa neşredilmiştir. İlkinde bir giriş yazısı ile Türkçe tercümesi bulunmakta (Ankara 1355), ikincisinde Uzluk’un 108 sayfalık notu ve M. Hulusi’nin Türkçe tercümesi yer almaktadır (Mevlânâ’nın Yedi Öğüdü, İstanbul 1937). Daha sonra Uzluk neşrinin İran’da ayrı basımı yapılmıştır (Tahran 1984). Kitabı ayrıca Rizeli Hasan Efendioğlu Türkçe’ye çevirmiştir (Mevlânâ’nın Yedi Öğüdüdür [tashih: Ahmed Remzi Akyürek], İstanbul 1937). Eserin Muhammed Ramazânî tarafından İran’da yayımlanan Mes̱nevî ciltlerinin kenarında yapılan baskısında (Külâlî-yi Ḫâver, Tahran 1315-1319 hş.) birçok hata vardır. Kitabı Tevfik Sübhânî de Konya Mevlânâ Müzesi’ndeki (nr. 79) 753 (1352) tarihli en eski nüshasını esas alarak neşretmiştir (Mecâlis-i Sebʿa: [Heft Ḫitâbe], Tahran 1365 hş.). Abdülbaki Gölpınarlı Konya nüshasını esas alıp eseri Türkçe’ye çevirmiştir (Mecâlis-i Seb‘a [Yedi Meclis], Konya 1965; 2. bs., İstanbul 1994). Kitabın ayrıca Türkçe kısmî tercümeleri de vardır (meselâ bk. “Mecâlis-i Seb‘a’dan Seçmeler”, Mevlânâ Güldestesi, 1970, s. 45-49; Fîhi Mâ-Fîh, Mektuplar ve Mecâlis-i Seba’dan Seçmeler, trc. Abdülbaki Gölpınarlı, İstanbul 1972).

5. Mektûbât. Mevlânâ’nın değişik sebeplerle çeşitli kimselere yazdığı mektuplardan oluşmaktadır. Bunların arasında yakınlarına, çocuklarına ve müridlerine gönderilenler bulunmakla birlikte çoğu yöneticilere ihtiyaç sahiplerinin taleplerini bildirmek maksadıyla kaleme alınmıştır. Eser, Süleymaniye Kütüphanesi’ndeki bir nüshası (Nâfiz Paşa, nr. 1055) esas alınarak Feridun Nafiz Uzluk tarafından yayımlanmış (Mektûbât-ı Mevlânâ Celâleddin, İstanbul 1937), ardından bu matbu eserle Konya Mevlânâ Müzesi’ndeki (nr. 1102/52) nüshası karşılaştırılıp farklılıklar eserin sonuna eklenmiştir. Ancak bu neşirde birçok hata vardır. Kitap, İran’da Feridun Nazif Uzluk’un neşri esas alınıp hataların bir kısmı düzeltilerek Yûsuf-i Cemşîdipûr ve Gulâm Hüseyin Emîn ile (Tahran 1335 hş.) Hüseyin Dâniş (Tahran 1984) tarafından bastırılmıştır. Son olarak İran’da Tevfîk Sübhânî’nin Konya Mevlânâ Müzesi’ndeki 751 (1350) tarihli nüshayı (nr. 79) esas alıp yaptığı neşir (Mektûbât-ı Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî, Tahran 1371 hş.) en güvenilir olanıdır. Eseri Abdülbaki Gölpınarlı muhtelif kütüphanelerdeki altı nüshasına dayanarak Türkçe’ye çevirmiştir (Mektuplar, İstanbul 1963).

Mevlânâ’ya nisbet edilen küçük ve büyük olmak üzere iki evrâd bulunmaktadır. Bazı dua ve sûrelerin belli tertip üzere bir araya getirilmesinden oluşan bu evrâdlar Evrâd-ı Kebîr ve Evrâd-ı Ṣaġīr-i Ḥażret-i Mevlânâ adıyla bir arada basılmıştır (İstanbul 1302). Ḥaḳāʾiḳ-i Eẕkâr-ı Mevlânâ ismiyle de anılan evrâdların Ali Feyzî b. Osman ile Muhammed Fâzıl el-Mevlevî tarafından yapılan iki ayrı Türkçe tercüme ve şerhi de basılmıştır (Şerhu’l-evrâdi’l-müsemmâ bi-Hakāik-i Ezkâr-i Mevlânâ, İstanbul 1283). Mevlânâ’ya izâfe edilen TırâşnâmeʿAşḳnâmeRisâle-i Âfâḳ u Enfüs gibi manzum eserlerle Risâle-i ʿAḳāʾidÂfâḳ u EnfüsḤâbnâme gibi mensur eserlerin üslûp ve muhteva açısından ona aidiyetinin şüpheli olduğu belirtilmektedir.

 

Kaynak :

DİB  İslam Ansiklopedisi

 

  
267 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi6
Bugün Toplam233
Toplam Ziyaret493204
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar34.440034.5781
Euro35.959736.1038
Hava Durumu
Saat
Kur'an Radyo
RİSALET RADYO
Diyanet Risalet Radyo
KABE TV CANLI
RECEPLİ
BAĞIŞ KABULÜ HS. NO.

 Manisa İl, İlçe ve Köyleri
Dayanışma Derneği
 

TÜRKİYE FİNANS KATILIM 
BANKASI

MANİSA ŞUBESİ 

HESAP NO

962136-1

IBAN NO

TR090020600064
009621360001

M. ZÜHDÜ CAMİİ
www.muhammedzuhdu.org